9 Temmuz 2014 Çarşamba

Sen çatıya çıkarsın ama çatıdan düştüğünde cenazene SOKAK gelir!




Sokak Siyaseti, Çatı Aday,Cumhurbaşkanlığı Seçimleri ve Seçim Güvenliğine dair #tatava 

"Gezi'nin en önemli mesajı kitlelere sokak siyasetinin gücünü göstermesiydi. Cemaatin tapeleriyle efsunlanıp kendi gücümüzü unuttuk. 17 Aralıktan bu yana cemaatin tapeler üzerinden oynadığı gölge siyaset AKPye büyük darbe vururken toplumsal muhalefeti de sinizme sevk etti. 17 Aralık bu anlamda Gezi öncesine bir dönüştür. Yaratıcı muhalefet siyasetinden vazgeçip mücadeleyi tribünden izlemeyi seçtik. 17 Aralık sonrası Türkiye'de demokrasinin geleceğini yani kendi geleceğimizi cemaatin tapelerine teslim ettik. Sızlanmaya hakkımız pek yok. 17 Aralıktan beri siyasete katılmıyor/siyaset üretmiyoruz.Bütün normatif değerlerden arınmış bir iktidar savaşına maruz kalıyoruz sadece."

Bu değerlendirme Twitter’da Erdem Demirtaş’a ait. (@cb_macpherson) (Twitter linkleri aşağıdadır.)

Her ne kadar 17 Aralık’tan 30 Mart’a kadar olan süreçte, yolsuzluklar, internet yasakları, Berkin Elvan’ın ölümü ile sokak eylemleri devam etse de, kitlelerin artık sahada değil tribünde olduğu iddiası çok doğrudur.

17 Aralık itibariyle aktif ve gündem belirleyen pozisyondan, yeniden aktörlerin gündem belirlediği ve bizim seyrettiğimiz, gösterilen şey için sokağa çıktığımız bir pozisyona sokulduk. Sokağın, siyasette, gündem belirlemede yükselen pozisyonunun önüne bir set çekildi. 

ÖDP Genel Başkanı Alper Taş, 7 Mayıs sabahı Halk TV’de katıldığı programda şunları söylüyor:
“ Şimdi bu Haziran büyük halk hareketi, isyanı, AKP’yi geriletti, bunu gördük, yaşadık. Fakat her halk hareketinden halk güçleri yararlanmaz. Egemen güçler de bu halk hareketinden yararlanmak isterler. Yani kendi düzenlerini yeniden restore etme, bu halk hareketinin düzen dışı bir yöne kanalize olmasını engellemek konusunda bir takım müdahalelerle kendi sistemlerini restore etme, yeniden düzenleme, kendilerinin çizdiği çerçevede kontrollü bir süreci geliştirme doğrultusunda bir takım hamleler de yaparlar. Tabeler siyaseti, kaset siyaseti bu mantıkla da gündeme geldi. Bir halk hareketi ortaya çıktı, bu halk hareketi AKP’yi götürürse biz bunun sonunu alamayız, nereye gideceğini kestiremeyiz.  Doğal olarak bu AKP’yi kontrollü bir biçimde biz geriletelim, biz bitirelim noktasında tape siyaseti, kaset siyaseti... Aşağıdan gelişen halk hareketine karşı yukarıdan tapelerle bir müdahale geliştirildi ve çözüm oralara indirgenmeye, onun üzerinden AKP’nin derdest edilmesi süreci gündeme alındı fakat bu ters tepti. ... Seçime yakın dönemde bunun gündeme getirilmesini AKP tersinden, kitlesini konsalide etmede, kendine çekmede değerlendirdi. ... Can simidi oldu bu tapeler, dış komplo olarak açıkladı.” 

Sivil halk hareketlerinin önünün kesilmesi ya da engellenemeyecek kadar büyükse de yönlendirilmesi stratejisini Mısır’da Tahrir’deki halk devriminin Sisi’nin askeri darbesine dönüştürülmesinde, 2007’de “Cumhuriyet Mitingleri”ndeki sivil gücün 27 Nisan muhtırasıyla askerileştirilmesinde, Susurluk'un hesabının sorulmasından 28 Şubat'a giden süreçte de görebiliriz. 

Seçime giden süreçte AKP, Gezi’yi ve 17 Aralık’ı aynı şeyin organize ettiğini ve bu büyük dış saldırıya karşı II. Kurtuluş Savaşı verdiklerini söylüyor, milliyetçi değerlere sarılıp televizyonlara, gazetelere, birdbordlara reklamlar veriyordu. 

30 Mart seçimlerine kadar olan süreçte bizse kendi gücümüzü unutuyor ve Sarıgül isminde bir kurtarıcının gelip bizi kurtaracağını bekliyorduk. 

Tepedeki aktörler, Sarıgül’ün İstanbul’u alacağını ve bunun Tayyip Erdoğan’ın yenilgiyi tatması, gerilemesi, İstanbul’dan gelip İstanbul’dan gitmesi olduğunu, bunun için tatava yapmadan Sarıgül’e basıp geçmemiz gerektiğini söyleyip duruyorlardı. 

Kimi aktörler de bir yandan “Gezi’yi doğru okuyamayan, Gezi’deki gençleri anlamayanlar siyasette başarılı durumda olmayacak” diyorlardı ancak bir yandan da Gezi’de aktif olmamış bir aday gösterebiliyorlardı. Ve biz yerel seçimde tatava yapmadığımız için, cumhurbaşkanlığı seçiminde de benzer tablo ortaya çıkıyor, Gezi’ye mesafe almış birisi cumhurbaşkanlığı adayı oluyordu. 

@kiyametprojesi: Ekmeleddin Bey görüşleriyle, bakış açısıyla, olaylara yaklaşımıyla epey farklı bir isme benziyor.


 (Demirtaş'ın da "Gezi'de darbeyi gördük" şeklindeki sözleri hatırlatılacaktır. Asla katılmadığım bu sözün aslında ulusalcı siyasete yönelik bir eleştiri olduğunu düşünüyorum. Ulusalcı siyasete yapılan bir eleştiri ile, "Geziyi ilk üç gün destekledim ama..." gibisinden bir eleştiri bir değildir. İkincisi sinsicedir. Kaldı ki Demirtaş'ın içinde bulunduğu siyasi yapının direniş geçmişi ve AKP'ye yakın olan isimler haricinde BDP-HDP çizgisinin Gezi'nin geneline yaklaşımı bellidir. Gezi'den sonra devam eden eylemlilik halinde de bu çizgiyi çok sık sokakta gördük.)

Tabandan/sokağa çıkanlardan gelen taleplerin dikkate alınmasını bırakın, bu talepler sorulmuyordu bile. Bu kesimlerin oyu nasılsa çantada keklikti! En fazla, tatava yapma bas geç, ehveni şer, bu Tayyipten daha kötü olamaz ya denir, biterdi.  

Benim oyumun çantada keklik görülmesine ben müsaade edemem. Beni temsil etmeyen,  sokakta olduğum zaman haykırdığım şeyleri kendine dert edinmemiş birisi benim oy atacağım birisi olamaz. 

Bu argümana ve ya ulusalcı CHP tabanından gelen argümanlara verilen cevaplar genelde şöyle oluyor: “%20-30 oy alacak bir aday mı gösterilseydi?”

Bu cevap verilirken gösterilen özgüvene inanın, çok gülüyorum. İlk günlerde Ekmeleddin İhsanoğlu haberlerini okurken beni bir gülme alıyordu bilgisayar karşısında. İnsanların ciddi ciddi Ekmeleddin İhsanoğlu’nun %50’lerin üstüne çıkarak kazanacağına inanarak konuşması bence çok traji komik. 2007, 2009, 2010, 2011, 2014 Mart seçimlerinde her seferinde “Bu sefer son! Bakın Tayyip gidiyor” diyerek sandığa gidenler, her seçim gecesinden sonra da halkın kendisi gibi düşünmeyen kesmini aşağılamakla, burada yaşanmaz artık demekle meşgul oluyorlar. Gezi ve yolsuzluk soruşturmasının, tapelerin peşisıra gelen 30 Mart seçimleri göstermiştir ki Tayyip Erdoğan’ın kalelerinin düşerek iktidarının sallanması gibi bir durum söz konusu değildir. Önceki seçim başarıları, 2014 Cumhurbaşkanlığı seçiminin de Tayyip Erdoğan’ca kazanılacağını çok açık göstermektedir. Yukarıda, Ekmeleddin’in %20-30 oy potansiyeline sahip bir aday gibi olmayacağı, zafere taşıyacağı iddialarına güldüğümü söylemiştim. Bir bölümü Tayyip Erdoğan’a sıcak bakan ülkücü gruplardan, Mhp’nin milliyetçi-muhafazakar tamamından çatı adayın tam oy aldığını varsayalım ancak CHP ciddi anlamda bölünmüştür. Ulusalcı kesimler belki son anda kaderlerine boyun eğerek sandığa gidecektir ancak sol ve Alevi kesimlerin oyları gitmeyecektir. Gezide, sokakta dışlanmayan BDP-HDP, hem yerel seçimlerde hem çatı aday sürecinde dışlanmıştır. Bu kesimlerin hiçbirinden gelmeyecek olan oylar ile zaten %50’nin üzerine ulaşılması matematik olarak mümkün değildir. AKP seçmeninden oy alacağız mantığıyla seçilen bir isim ancak, AKP’nin oylarını düşürmeyecektir. Medya zaten AKP’nin elindedir ve İhsanoğlu’nun medyada propaganda yapma şansı yoktur. Cemaatin oy oranının düşüklüğü yerel seçimlerde görülmüştür. ( Bir parantez ve sorular: Acaba, CHP ve MHP iktidara geldiği taktirde de cemaate her istediğini verecek midir? AKP’den bir şeyler isteyen ve alamadığında savaş açan cemaat, aynı talepleri, Sarıgül konusunda işbirliği yaptığı ve çatı aday konusunda işbirliği içinde olacağı CHP ve MHP’den de istemeyecek midir? Bu noktada CHP ve MHP o talepleri karşılayabilecek midir, evet mi diyecek ve ya talepleri reddecek güçte ve bağımsızlıkta olabilecek midir?) “İşte İslamcı aday” diye AKP’li gence gösterdiğiniz kişiye, hali hazırda Recep Tayyip Erdoğan’a aşk derecesinde bağlı olan AKP seçmeni de oy vermeyecektir. Aslı varken “çakma”sına itibar edilmez. 

@plastiknebula: He adam Islamic Studies çıkışlı prof olduğu için Bağcılar'daki gençler adama hasta olacak.

Bir başka nokta da, Ekmeleddin İhsanoğlu’nun dejavantajlarından kaynaklı yaşayacağı oy kaybıdır. Sen Türkiye’yi,Türkiye’ni nsiyaset dinamiklerini bilmeyen adamı Türkiye’ye cumhurbaşkanı adayı diye getirirsen Türk Solu dergisini solcu sanıp eline alır. Faşist bir dergiyle Sol/sosyal demokrat kesme PR yapmak isterken Kürtleri,Alevileri,MHP tabanı ve Alperenleri aynı anda karşısına almayı başarır. 

Üç büyük parti, çatı adayda değil ama sokakta birleşiyor! Seçmenin %50’si tam olarak işte bu resimde temsil ediliyor: 


Bu resimdeki iki kişiye işte buna oy atacaksın, yoksa Tayyip gelir diye sunulan Ekmeleddin İhsanoğlu da, tıpkı yerel seçimlerden önceki süreçte olduğu gibi tepedeki aktörlerin belirlemiş olduğu stratejinin bir adayıdır. Oysa ki o resimdeki üç kişinin mücadele etmek için bir kurtarıcıya ihtiyacı yoktur. Sermayenin, Demirellerin, Dervişlerin, cemaatin akıl verdiği bir siyasetleyse de tabanına ve  sokakta olan bu 3 kişiye, bağımsızlık, özgürlük diyene adeta meydan okunmuştur. 

@fatih_yasli: ihsanoğlu "ince" düşünülmüş bir isim. ihvan rejimlerinin son kalesi tr iken, ihvan karşıtı bir islamcı aday meselesi yani.
@fatih_yasli: tunus, mısır, libya, suriye.. sünni-eksen projesi bitti, ihvan hepsinde suud desteğiyle yenildi. ihsanoğlu suud çizgisinde. özetle bu.
@fatih_yasli: bölgenin yeniden dizaynında ihvan'a, katar'a ve yeni-osmanlı'ya yer yok. ekmel bey'in adaylığını bu dizayndan bağımsız okumak imkansız.
@fatih_yasli: islamcılar içerisindeki suud-katar rekabeti ve küresel güçlerin ihvan rejimlerini tasfiye projesi tr'ye ekmel bey olarak yansıdı.

Fatih Yaşlı’nın Twitter’daki bu analizleri önemlidir. Tepedeki aktörlerin siyasete müdahalesi ve altta duranların, sokağa çıkanların tribünden izlemesi devam etmektedir, ettirilmek istenmektedir. 

Siyaset, Tayyip Erdoğan’dan kurtulmak için yapılacak bir şey değildir. Siyaset, bundan çok daha fazlasıdır. Sırf “Tayyip Erdoğan’ı devirmek” düşüncesiyle “siyaset üretmek”, AKP karşıtlarına hadi buna yönelin, bu kurtarıcımız demek, AKP’lilere de sizin beğeneceğiz yeni kişi bu demek siyaset değildir. Benim derdim sadece Tayyip Erdoğan değildir. Tayyip Erdoğan’a aşkla bağlı olan seçmenine lafımı anlatabilmektir. (http://www.gazeteciler.com/levent-gultekin/leyla-ile-mecnunun-askindan-turkiyeyi-kim-uyandiracak-735y.html ) Onu da bu yukarıdaki resim karesine sokabilmektir. Bugün Tayyip Erdoğan gittiğinde mevcuttaki sorunlarımızdan hiçbiri çözülmeyecektir. Benim derdim zihniyettir. “Karşı taraf”ı argümanlarımla kendi safıma çekebilmektir. Ben 3.Köprünün yapıldığı coğrafyada yaşıyorsam ve gördüğüm devasa ağaç katliamını anlatıp karşı tarafı etkilemek, bunun sonuçlarını anlatmak benim meselemdir. 3.köprü ile ilgili videoları açın, videoların ya da gazetelerdeki haberlerin altındaki yorumlara bakın, bu insanlar devasa ağaç katliamını haklı görmekle kalmıyor, çevre mücadelesi verenleri de dış mihrakların uzantısı görüyor. Tayyip Erdoğan’ın gitmesiyle, Ekmeleddin’in gelmesiyle bu adamın düşüncesi sihirli bir şekilde değişmeyecek. Neoliberal politikalar yeni Tayyip Erdoğanlar çıkartacak, oradaki düşünceyi değiştirecek bir siyaset ürettiğimdeyse bu mümkün olmayacak. Zihniyeti değiştirecek bir siyaset üretmektense Tayyip Erdoğan gitsin mantığıyla Sarıgül’ü ve çatı adayını çıkartan iç siyaset, alternatif ve başarılı bir siyaset değildir. 

@fatih_yasli: "erdoğan'dan kurtulmak" denilen şeyin, ancak meselenin erdoğan'dan daha derin olduğu anlaşıldığında mümkün olacağını anlayamamak..

Peki ne olacak, ne yapmalı?

30 Mart öncesinde ısrarla #OyVer demiş ve sandıkta oy vermenin çok büyük önemi olduğuna inanmış birisi olarak artık aynı inançta değilim! 30 Mart öncesinde gördüğüm “Sandık diyorsunuz ama çözümün sokakta olduğunu siz de göreceksiniz.” minvalindeki tweete artık ben de hak veriyorum, oy vermemeyi düşünmedim değil. İlla ki oy vereceksem de, sokakta,direnişin içinde olmasıyla beni Ekmeleddin’den çok daha fazlasıyla temsil eden Demirtaş’ı tercih ederim. 

 

Örneğin Kuzey Ormanlarını anlattığımda 3.köprü ve ağaç kesmek lehine argümanlar sunan zihniyeti değiştiren bir siyaset üretimi olmadıkça da Erdoğan mevcut oy oranlarını koruyacak. Ve bu noktada iktidardakilerle ilgili bir değişik ancak AKP’ye oy vermeyen %50’nin yapacağı bir direnişin sonucunda olacak. Sokaktan başka çare yok artık, neyi değiştirecekse sokak, sokakta olan değiştirecek. Sokak siyaseti, forumlarla, kent dayanışmalarıyla o zihniyet değiştirici siyaseti de üretmek durumunda olacak. 

Ekmeleddine oy toplamak peşinde koşanlar bir Ağustos gecesi yine hüsranla karşılaşıp karşısındaki zihniyete hakaretler basaduracak. 

Sokağa çıkıldığında ise direniş olacak. 30 Mart sonrasında birbiriyle farklı uçlardaki ve Mansur’a, İhsan’a oy vermeyen insanların Ankara’da, Üsküdar’da oylarına sahip çıkmak için oyların toplandığı yerlerde eylemde olduğunu hatırlayın, ilk etapta bunun aynısını göreceğiz.

Kısacası “Sen çatıya çıkarsın ama çatıdan düştüğünde cenazene SOKAK gelir!”

Ha, sandığa gitmek, oyları saymak, sandıklara sahip çıkmak ve CHP’ye oy vermek aynı şey değildir. Ancak, sadece ve sadece Tayyip Erdoğan’ın karşısına şunu çıkartalım diyebilen ve bunun sonucunda bile başarılı olamayan siyaset bunları aynı şey sanar. Oy ver demeyi, Ekmeleddine oy ver; oylara sahip çıkmayı, CHP-MHP adayına sahip çık anlarlar. Bu ikisi farklıdır. Biri demokrasidir, diğeri ısrarla yapıldığında dayatmadır. 

30 Mart’a dönersek... Sandık başında partilerin ve Oy ve Ötesi gibi platformların gözetmenleri oldu. Gözetmen ya da gönüllü vatandaşlarca fotoğrafı alınan sandık tutanakları, onlar tarafından sosyal medyada paylaşıldı. Bu tutanakları toplayıp inceleyenler, YSK'nın ilan ettiği sonuçlarla karşılaştırdığında tutarsızlıklar gördüler.

Bu yapılan çok ciddi bir iştir!

Oy vermekten ötesini yapan, sandıkta, okullarda, bu merkezlerde gönüllü görev alan, seçim gecesini tv-bilgisayar karşısında değil sandıkları gezip tutanak fotosu çekerek,karşılaştırarak, karşılaştırma amaçlı yayarak geçirenlere, günlerdir oylara sahip çıkmak için aç ve uykusuz bekleyenlere selam olsun. Onlar tüketmedi, üretti. Şikayet etmek, karşı düşünceyi aşağılamak yerine çalıştılar. Ne yapılacaksa yapanın halk yani kendileri olacağının bilincindeydiler.

30 Mart’ın deneyimleri, sandık tutanaklarının topluca bulunduğu, böylece tutanaklara işlenen oyların YSK ve Seç-sis'e alternatif olarak vatandaşlarca imece usulü sayılabildiği, bunların doğruluğunun da kontrol edildiği yeni bir sisteme ihtiyaç olduğunu göstermiştir.

Şimdi cumhurbaşkanlığı seçimleri olacak. Oy veren, vermeyen oylara sahip çıkılacak bir mücadelenin içine girmek durumunda olmalıdır. Ekmeleddin’e oy vermemek başka, yukarıda tarif edilen şekilde sandığa sahip çıkmak çok başkadır.

Seçimde yapılan hilelerle daha yüksekte ilan edilmiş oy oranının yanında gerçek bir oy oranı vardır ve oylara ne kadar çok sahip çıkılırsa; vatandaşlarca sandık tutanaklarının paylaşılması yoluyla alternatif bir sayım yapma imkanı olursa o gerçeğe yaklaşabileceğiz!

Bu ne demek? Hile karışan bir seçimde oy oranı örneğin %58 ise belki de gerçekte %51’dir. Eğer bu rakamı gerçek seviyesinde göremezsek, bir sonraki seçimlerde olacak olanlar %70ler,80ler,90lardır. Zira hile kendini tekrarlayacaktır. Türkiye’nin sonraki seçimlerinde, tek bir adayın Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki diktatörlüklerdeki seçimlerde gördüğümüz oranlarda oylar alması kaçınılmazdır. Ancak gerçekte daha düşük olan bir oy oranı varsa, ortaya çıktığında (yani hilenin engellenmesiyle otomatikman bir erime gerçekleşirse) 2015 seçimlerinden itibaren oylarında düşüş görülmesi ihtimali dahilindedir.

Twitter kaynakları:

5 Nisan 2014 Cumartesi

Bir Arama Çabası

Zekeriyaköy’de kaybolan ve 31 saat boyunca aranan Pamir maalesef ölü olarak bulundu. Acımız, yasımız büyük. Ailesine başsağlığı ve sabır dilerim. Pamir’in kayıp olduğu 31 saatlik süre boyunca aranması, İstanbul’daki insanların organize olarak birlikte hareket etmeleri yönüyle daha önce eşi görülmemiş bir deneyim oldu. Zekeriyaköy’ün yaşadığım ve Gezi’den sonra ortaya çıkan forumuna katıldığım bölge olması, bana bir sorumluluk yüklüyordu: Güncel ve sağlıklı bir bilgi/ veri akışı sağlamak ve insanları süreçten haberdar etmek. İlk gün havanın kararmasına yakın bir zamandan itibaren olayı takip altına aldım ve elimdeki imkanları değerlendirmeye karar verdim. Whatsapp, Facebook, Twitter,Mail,telefon aracılığıyla elime geçen bilgilerin ve açıklamaların derlenmesi, 140journos’taki editörlük işim nedeniyle bilgisayar başında olmam gerektiği için yapabileceğim en kolay şeydi. Çeşitli hesaplardan yaptığım paylaşım,duyuru ve yönlendirmeler gece boyu rekor ölçüde retweet ve görüntülenme sayısı alırken bu hesaplar, bilgi akışının sağlandığı güvenilir ve referans verilebilecek kaynaklar olarak Twitter kullanıcıları tarafından paylaşılıyordu.

Sosyal medyanın örgütlenme gücüne tanıklık eden ben, bir kayıp olayının nasıl binlerce gönüllünün aramaya çıktığı bir sosyal harekete dönüştüğünü gördüm. Ancak bu bir gecede olan bir şey değil, bu hareketliliğin uzun bir geçmişi var. Bunun için 23 Şubat’ta yazdığım “Büyüyen Eylemlilik Hali ve Artan Kısıtlamalar” yazısından alıntı yapmamda fayda var.

23 Şubat’ta demişim ki;
       Gezi’nin getirdiğini düşündüğüm en büyük değişimlerden birisi insanlardaki eylemlilik halinin artışı ya da bir başka deyişle protesto için sokağa daha fazla çıkmak. Yıllardır çevremden duyduğum, medyadan takip ettiğim yurtdışında insanların örneğin en ufak bir zamda ya da trafikte polis kurşunuyla öldürülen gençler için sokağa döküldükleri ancak Türkiye’de böylesi durumların yaşanmadığı ve yaşanmayacağı inancıydı. Bu genel umutsuzluk havasını kıranın Gezi olduğuna inanıyorum. O güne kadar insanların biriktirdikleri öfke, o parktaki ağaçların kesimi ile beraber başlayan olaylarda patlarken yan yana duran farklı kesimler de pek çok insan için şaşırtıcı geldi.  
    Gezi’den sonraki Türkiye’de yanlış ya da haksızca ilerlediğini düşündükleri şeyleri sokağa çıkıp protesto eden grupların sayısı arttı. Hemen her gün, özellikle de İstanbul’un bir köşesinden eylem haberi geliyor ve tüm bu eylemlerde bir organizelik, bir hız var. Örneğin, gün içinde Beşiktaş’ta Adalet ve Kalkınma Partisi standına yönelik eylem yapan gruplar gözaltına alındığında, akşamına Abbasağa Parkı forumu bir eylem organize ederek Beşiktaş sokaklarında yürüyor ya da bir kedinin işkence ile öldürülmesi ve mahkemenin sanığı sadece 300 TL para cezası ile bırakması üzerine, hemen o akşam Kadıköy’de,Gezi’den beri eylemlere ev sahipliği yapan Altıyol ve Bahariye’de, gruplar yürüyüş düzenliyor.    
  Gezi’nin devamında başlayan park forumlarının da bu eylemlilik halindeki etkisi büyük. Sadece Türkiye ya da İstanbul gündemini ilgilendiren konular değil, aynı zamanda kendi mahallelerindeki problemler için de sokağa çıkan, imza toplayan bu gruplar, gördükleri haksızlıklar karşısında organize olup sokakta protesto etme kültürüne sahip olan ve bu kültürü yerleştiren kitleler.
  Forumların getirdikleri arasında insanları yeniden birbirleriyle komşu yapması, mahalle kültürünü canlandırması da var. O güne kadar, yıllardır aynı semtte oturduğu komşularını tanımayan insanlar, forumlarda bir araya geldiklerinde, beraber eylemlere gittiklerinde tanıştılar, dost oldular ve öncesinde sadece mahalle dizilerinde görebildikleri canlılığı, ortamı yaşamaya başladılar. Kadıköy’deki forumların gerçekleştirdikleri “işgal evleri” ise, Gezi’deki hali, “ne güzel günlerdi” dedirten bir yad etme ya da nostalji malzemesi olmaktan çıkarıp sürdürülebilir kılıyordu. Badiu ve Zizek, Gezi’yi değerlendirdikleri panelde tam da buna dikkat çekmişlerdi: “İleride bir iş yemeğinde ‘ne güzel günlerdi’ demeyin.” Gezi yaşandı, etkileri ve eylemliliği sürse de ana olaylar kapandı, bitti. Parktaki alternatif yaşamı forumlar,  yeni Gezi parklarına, işgal evlerine, bostanlarına, mahallerine taşıdılar. İstanbul’da, öncesinde de eylem noktası olan Galatasaray Meydanı, Altıyol Boğa gibi mekânlar çok daha fazla sayıda, çok daha kısa aralıklarla yeni eylemlere ev sahipliği yaptılar.    
  Bu yeni eylemlilik hali ve ortaya çıkan yeni şeyler karşısında, bu eylemliliğe yabancı olan, değişimden rahatsız olan veya bu renkliliği tek sesli bir griliğe indirmek isteyen farklı otorite halleri de var.  
   Otoritelerin eylemlilik hali karşısındaki ilk ve en kolay gördüğü çözümü yaftalamak oluyor. Her türden eylemi, “yakıp yıkıyorlar esnafa kamu mallarına zarar veriyorlar” çizgisinde yorumlayan otoriteler, eylemcileri de alışılageldik siyaset kalıplarına sıkıştırmayı ve yaftalamayı seçiyor. Yeni eylem gruplarına ve şekillerine yabancı olan otoriteler, bu grupları pasifize etmenin yollarını arıyor. Bu noktada bulunan çözümse kimi zaman devlet şiddeti, kimi zaman palamiliter gruplar oluyor.

Pamir’i aramak için Zekeriyaköy’e akın akın insanların gitmesi, bunun karşısında diğer insanların şaşırmasına “daha önce nerede görülmüş kaybolan bir çocuk için bu kadar insanın toplandığı!” ,ak trollerin komplo teorilerine “3.köprüyü protesto etmeye, kamp planları için ormanları keşfetmeye, baharda kuzeyde Gezi inşa etmeye gidiyorlar” ve 3 yaşındaki bir bebeğin kaybolmasına dair yapılabilecek en vicdansız yorumlara neden oldu.

İnsanların eylemlilik hali 4-5 Nisan günü yeniden zirve yaptı. Sosyal medyadan haberleri alan ve organize olan insanlar Zekeriyaköy’e geldiler ve burada büyük bir dayanışma hali gösterdiler. Geniş ve büyük ölçüde ormanlık/ıssız bir coğrafyayı gönüllüler, gruplara ayrılarak, ellerinde fenerlerle başta AKUT olmak üzere pek çok arama kurtarma ekibinin liderliğinde aradılar.

Bu noktada 140journos’tan Cem Aydoğdu’nun, aslında benim uzun uzadıya anlatmak istediğimi özetleyen tespitine de yer vermek gerek: “İnsanlar sokağa çıkıp kolektif hareket etmeyi sevdiler. Seçimler ve şimdi Pamir.” Ve yine 140journos’tan Engin Önder de sosyal medyanın oy sayma, sağlamasını yapma, kan bulma, kaybolan çocukları arama, eylemlerden içerik geçme, sesini duyuramayanlara yardımcı olma gibi işlevlerine dikkat çekiyor.

İnsanlardaki bu eylemlilik/dayanışma halinin farkına varamayanların yaptıkları her türlü analiz yanlış ve boş. Bu eylemliliğe yabancı olan, tanımayan, tanımadığı için belirsiz görüp ürken, tüm yaşananlara bireylerin tepkisi olarak değil de iç, dış mihrakların bir oyunu olarak bakanlar, bu kayıp olayında da komplo teorilerini ve vicdansızca yorumlarını eksik etmediler. Ak troller bölgeye aslında 3.köprü eylemlerine hazırlık, yeni bir “kalkışma” için gidildiğini iddia ettiler.

Oysa meselenin en temelde vicdani olduğunu, doğanın da bu vicdanın bir parçası hatta ta kendisi olduğunu, toprak, ağaçlar ve gökyüzüyle çocukların bir bütün olduğunu göremediler. Arama boyunca bazı Twitter hesaplarından, ormanlık alanlara girildiğinde 3. Köprü için kesilen ağaçların ve yaratılan kötülük çölünün fotoğraflarının paylaşılmasını anlamadılar, anlayamadılar, yanlış anladılar. Milyonlarca ağacın kesilmiş olması ve senin binlercesinin odun halini karşında görmen o an paylaşacağın, tepki göstereceğin en doğal şeylerden birisi değil midir?

Ve devlet otoritesi… Bölgeye gönderilen jandarma komandolar gerçekten sadece arama kurtarmaya destek için mi gelmişlerdi, yoksa bu büyük kalabalığı gören devletin güvenlik önlemi ve aynı zamanda olası bir “toplumsal infiale” karşı geliştirdiği refleks miydi, bunu bilemeyeceğiz. Bildiğim, taa seçim öncesinden devletimizin hali hazırda bizi düşündüğü ve o çok değerli köprü, havalimanı, kanal projesi için kendi halkına karşı neler yapabileceğini çoktan planladığı…
http://www.radikal.com.tr/turkiye/ankarada_secim_sonrasi_icin_senaryolar_sokak_eylemleri_ozerklik_ohal-1179788

Ya böylesi büyük bir kalabalık, üstünden helikopter geçirmemeye özen gösterme derecesinde (http://onedio.com/haber/kuzey-ormanlari-uzerinde-ucus-yasagi-mi-var--174353) saklamaya çalıştıkları orman katliamını görseydi, en yakınından; yaşasaydı, en içinden? Belki de en büyük korkuları budur bazı otoriter insan gruplarının…

Orada, ya da bir başka yerde toplananlar sadece birer kalabalık değil! Karşıt görüşle ne kadar sınırlarımız ve ortaklıklarımız ayrılıyorsa da, kendi içimizde de o kadar bir araya geliyor, birbirimizi buluyoruz, bütünleşiyor ve bir toplum oluyoruz. Akdoğan Özkan’ın Pamir’in ölümü üzerine verdiği röportajı https://soundcloud.com/140journos/15-00-stanbul-zekeriyak-y dinlemenizi ve T24’e yazdığı yazıyı http://t24.com.tr/yazi/elveda-pamir-hosgeldin-toplum/8963 okumanızı öneririm.

Bundan sonra ne olacak? Bu organizelik, eylemlilik, kolektiflik, toplum olma hali, adına ne derseniz deyin, devam edecek, yeni vakalarda da kendisini gösterecek. Sosyal medyaya erişim + insan gücü + çabuk haberleşip yayma imkânı her türlü olaya toplumsal bir boyut ekleyecek, vatandaşların/sivil toplumun süreçlere daha aktif katılımı sürecek. Yeni yerlerde, yeni zamanlarda benzer kalabalıkların toplanması çok muhtemeldir.

Keşke Pamir de o kalabalıkların içinde olabilseydi…
Olmadı.

Büyüyen Eylemlilik Hali

Bu yazıyı 23 Şubat 2014'te kaleme almıştım ve aşağısındaki itirazlar/eklemeler kısmını 6 Nisan tarihli.

BÜYÜYEN EYLEMLİLİK HALİ VE ARTAN KISITLAMALAR

       2013 yılında Gezi Parkı olaylarına şahitlik etmiş olan Türkiye’de alışılagelen siyaset kalıpları değişmeye başladı, muhalefet kısmen kendisine yeni bir dil ve söylemler üretti, en azından toplumda kendini muhalif olarak konumlandıran bazı kesimler bu değişimi başardı.

       Gezi’nin getirdiğini düşündüğüm en büyük değişimlerden birisi insanlardaki eylemlilik halinin artışı ya da bir başka deyişle protesto için sokağa daha fazla çıkmak. Yıllardır çevremden duyduğum, medyadan takip ettiğim yurtdışında insanların örneğin en ufak bir zamda ya da trafikte polis kurşunuyla öldürülen gençler için sokağa döküldükleri ancak Türkiye’de böylesi durumların yaşanmadığı ve yaşanmayacağı inancıydı. Bu genel umutsuzluk havasını kıranın Gezi olduğuna inanıyorum. O güne kadar insanların biriktirdikleri öfke, o parktaki ağaçların kesimi ile beraber başlayan olaylarda patlarken yan yana duran farklı kesimler de pek çok insan için şaşırtıcı geldi.

       Gezi’den sonraki Türkiye’de yanlış ya da haksızca ilerlediğini düşündükleri şeyleri sokağa çıkıp protesto eden grupların sayısı arttı. Hemen her gün, özellikle de İstanbul’un bir köşesinden eylem haberi geliyor ve tüm bu eylemlerde bir organizelik, bir hız var. Örneğin, gün içinde Beşiktaş’ta Adalet ve Kalkınma Partisi standına yönelik eylem yapan gruplar gözaltına alındığında, akşamına Abbasağa Parkı forumu bir eylem organize ederek Beşiktaş sokaklarında yürüyor ya da bir kedinin işkence ile öldürülmesi ve mahkemenin sanığı sadece 300 TL para cezası ile bırakması üzerine, hemen o akşam Kadıköy’de,Gezi’den beri eylemlere ev sahipliği yapan Altıyol ve Bahariye’de, gruplar yürüyüş düzenliyor.

       Gezi’nin devamında başlayan park forumlarının da bu eylemlilik halindeki etkisi büyük. Sadece Türkiye ya da İstanbul gündemini ilgilendiren konular değil, aynı zamanda kendi mahallelerindeki problemler için de sokağa çıkan, imza toplayan bu gruplar, gördükleri haksızlıklar karşısında organize olup sokakta protesto etme kültürüne sahip olan ve bu kültürü yerleştiren kitleler.

       Forumların getirdikleri arasında insanları yeniden birbirleriyle komşu yapması, mahalle kültürünü canlandırması da var. O güne kadar, yıllardır aynı semtte oturduğu komşularını tanımayan insanlar, forumlarda bir araya geldiklerinde, beraber eylemlere gittiklerinde tanıştılar, dost oldular ve öncesinde sadece mahalle dizilerinde görebildikleri canlılığı, ortamı yaşamaya başladılar. Kadıköy’deki forumların gerçekleştirdikleri “işgal evleri” ise, Gezi’deki hali, “ne güzel günlerdi” dedirten bir yad etme ya da nostalji malzemesi olmaktan çıkarıp sürdürülebilir kılıyordu. Badiu ve Zizek, Gezi’yi değerlendirdikleri panelde tam da buna dikkat çekmişlerdi: “İleride bir iş yemeğinde ‘ne güzel günlerdi’ demeyin.” Gezi yaşandı, etkileri ve eylemliliği sürse de ana olaylar kapandı, bitti. Parktaki alternatif yaşamı forumlar,  yeni Gezi parklarına, işgal evlerine, bostanlarına, mahallerine taşıdılar. İstanbul’da, öncesinde de eylem noktası olan Galatasaray Meydanı, Altıyol Boğa gibi mekânlar çok daha fazla sayıda, çok daha kısa aralıklarla yeni eylemlere ev sahipliği yaptılar.

       Bu yeni eylemlilik hali ve ortaya çıkan yeni şeyler karşısında, bu eylemliliğe yabancı olan, değişimden rahatsız olan veya bu renkliliği tek sesli bir griliğe indirmek isteyen farklı otorite halleri de var.

       Otoritelerin eylemlilik hali karşısındaki ilk ve en kolay gördüğü çözümü yaftalamak oluyor. Her türden eylemi, “yakıp yıkıyorlar esnafa kamu mallarına zarar veriyorlar” çizgisinde yorumlayan otoriteler, eylemcileri de alışılageldik siyaset kalıplarına sıkıştırmayı ve yaftalamayı seçiyor. Yeni eylem gruplarına ve şekillerine yabancı olan otoriteler, bu grupları pasifize etmenin yollarını arıyor. Bu noktada bulunan çözümse kimi zaman devlet şiddeti, kimi zaman palamiliter gruplar oluyor.

          Eylemler ve eylemciler alışılageldik siyaset kalıplarına sokulmak istenirken, yaşanan gerçeklikler de tersyüz edilebiliyor. Örneğin, Gezi olayları esnasında jandarmayı sokağa çıkartan ve asker de gerekirse çıkar demeçleri verenler demokrat olurken Gezi olayları darbe olabiliyor. Herhangi bir darbe rejiminin yapabileceği yasaklamalar, askılar, yapacağı gözaltı, tutuklama, baskı, sansürler, eylem engellemeleri, gece yarısı kararları, toplu yargılamalar, toplu görevden alma ve sürgünler gerçekleşirken TOMAlar şehir sokaklarında tank gibi dolaşıyor. 12 Eylül’ün yıldönümünde İstanbul sokakları aynı manzaralara sahiplik yaparken Kadıköy’de polisler, insanların çantasındaki kitapları arayıp internetten yazarın kim olduğuna kontrol ediyor,33 yıl arayla aynı gün aynı gazeteciler gözaltına alınıyor. Seçim barajı düşürülmeyip seçilmiş vekiller cezaevlerinde tutulurken milli iradeye saygıdan söz ediliyor. Mısır’da ya da yurtdışındaki başka ülkelerde sokağa çıkan gruplar için söylenenlerle Türkiye’de sokağa çıkan gruplar için söylenenler birbirlerini tutmuyor. Yassıada’da ağaç kesip otel inşa etmek demokrasi olurken, o adada yapılan ve direkt demokrasinin bir şekli denebilecek forumlar darbeden sayılabiliyor. Kuzey Ormanlarını kesen, kentin su kaynaklarına ve kuşların göç yollarına zarar verenler çevreci oluyor. Eylemlerde polisin müdahale ettiği başı açık ya da kapalı her kesimden kadınlar görmezden gelinirken, eylemci grupların Kabataş’ta başörtülü bir kadına zarar verdiklerine yönelik algı inşa ediliyor. İnternet düzenlemeleri sansür değil koruma adıyla gerçekleştiriliyor.

        Artan eylemsel hareketlilik, 17 Aralık’ta gerçekleştirilen yolsuzluk ve rüşvet operasyonuyla yeni bir boyut kazandı. Otorite de bunun karşısında kendisini daha yasakçı ve daha kısıtlayıcı bir yerde konumlandırıyor. HSYK, İnternet, MİT düzenlemeleri, Ankara ve Beyoğlu gibi yerlerde polise verilen arama yetkileri hızla ülke gündemine giriyor. Medyada uygulanan sansürlerin ortaya çıkışı, protestocu grupların sosyal medyayı etkin kullanışı gibi otorite açısından kriz olabilecek durumları engellemeyle beraber, yeni ve daha kapalı bir rejimin yapıtaşı olabilecek bu adımlar, böylece 17 Aralık’ın otorite açısından fırsata çevirmesini de sağlayabilir. İnternet düzenlemesiyle ortaya çıkan kontrol ağının çalışma prensibi, özellikle otorite için kriz oluşturan zamanlarda, medyaya telefonlarla yapılan sansürle aynı olabilir. MİT düzenlemesi, MİT’i daha sorgulanamaz ve sınırsız bir yapı haline getirirken, kurulacak kontrol mekanizması da Muhaberat vb. istihbarat örgütlerinin işleyişini andırabilir. HSYK düzenlemesi yargıyı tek merkeze bağlarken polise verilen arama yetkileri de hem eylemlilik halini kısıtlayacak, hem de potansiyel olarak görülen tehditlere yönelik olacak.

        Yakın geleceğe yönelik bazı tahminler yapmak gerekirse;

1. Eylemlilik halinin boğulmaya çalışıldığı ölçüde artacağını düşünüyorum. Tepkisellik, canlılık ve heyecan büyüyecek ve internet gibi platformlara olası müdahaleler sokağı daha canlı tutacak. Facebook duvarları yoksa da sokak duvarları her daim var. Özellikle Ukrayna’daki olayların çatışma/polislere müdahale yönü, sokaktaki gruplar için ilgi çekici bir örnek ve son eylemlerdeki fotoğraflara, videolara da baktıkça Ukrayna’nın o yönünü andıran pozlar görülebiliyor.

2. Yerel seçime giden günlerde ortaya çıkarılacaklar ve seçimden başarıyla çıkmak ya da çıkmamak, yukarıdaki kısıtlamaların ne derece ilerletilebileceğini belirleyebilir. İktidar, zaferle çıktığı halde, eylemlilik haline karşı bir “cadı avı” başlatabileceği gibi kaybettiği halde de, devamında yeni kayıplar gelmesin diye her türlü kısıtlama ve yasakla yoluna devam edebilir.

3. Genel olarak ülke gündemindeki gergin havanın bir süre daha böyle devam edeceğini, bu gerginliğe, siyasi partilerin seçim çalışmalarına yönelik müdahaleler ve bu müdahalelerin boyutuna, kimin hangi gruba yaptığına bağlı olarak etnik boyutun eklenebileceğini tahmin ediyorum. Ayrıca farklı kesimlerin yan yana eylemde/siyasi ittifak içinde olmasının önündeki engeller artabilir.

KENDİ YAZIMA İTİRAZLARIM/ EKLEMELERİM

1. İlk hatam düşük seviyelerden gelip büyüyen eylemlilik halini tüm Türkiye’ye mal etmem olmuş. İstanbul’a Türkiye dememin haricinde hali hazırdaki tabloyu da hesap etmemişim. Oysa ki Kürt hareketi, güçlü bir mücadeleyle yıllardır eylemlilik haline sahip. Gezi’den itibaren süregelen “(Beyaz) Türkler Yeni Kürtler oldu.” tarzı yorumlar tam olarak Türklerin de bu eylemselliğe sahip olmaya başladıklarını ve karşılığında devlet zulmüne maruz kaldığını anlatıyor. Fark şudur ki Batı bölgelerindeki haber akışının hızı, sosyal medya gücü Doğuda yok.

2. Eylemsel hareketlilik 17 Aralık’la yeni bir boyut kazandı diyordum ancak Erdem Demirtaş’tan (@cb_macpherson) okuduğum şu tweetler bu yeni boyutun aklımdaki gibi bir yer olmadığını düşündürmeye başladı.
"Gezi'nin en önemli mesajı kitlelere sokak siyasetinin gücünü göstermesiydi. Cemaatin tapeleriyle efsunlanıp kendi gücümüzü unuttuk. 17 Aralıktan bu yana cemaatin tapeler üzerinden oynadığı gölge siyaset AKPye büyük darbe vururken toplumsal muhalefeti de sinizme sevk etti. 17 Aralık bu anlamda Gezi öncesine bir dönüştür. Yaratıcı muhalefet siyasetinden vazgeçip mücadeleyi tribünden izlemeyi seçtik. 17 Aralık sonrası Türkiye'de demokrasinin geleceğini yani kendi geleceğimizi cemaatin tapelerine teslim ettik. Sızlanmaya hakkımız pek yok. 17 Aralıktan beri siyasete katılmıyor/siyaset üretmiyoruz.Bütün normatif değerlerden arınmış bir iktidar savaşına maruz kalıyoruz sadece."
Tweetlerin kaynağı: https://twitter.com/cb_macpherson/status/447517335172444160
https://twitter.com/cb_macpherson/status/448229850743324672 https://twitter.com/cb_macpherson/status/448231493668962304 https://twitter.com/cb_macpherson/status/448232757471510528   https://twitter.com/cb_macpherson/status/448235754666606592

3. İnternet gibi platformlara olası müdahaleler sokağı daha canlı tutacak demiştim, seçim öncesinde Twitter yasakları karşısında insanlar gerçekten de sokak duvarlarını daha effective kullanmaya başladılar ama sokak çatışmaları yaşanmadı. Polisin müdahale edebileceği kitlesel eylemler olmadı. Bunun da 2 nedeni: 1) Burakcan’ın ölümüyle insanların provokasyon ortamı sezinlemesi ve o tarihten beri Taksim’de kitlesel eylem olmaması. 2) Seçim öncesi sokağa çıkmanın stratejik olarak yanlış olacağının düşünülmesi.