Sokak Siyaseti, Çatı Aday,Cumhurbaşkanlığı Seçimleri ve Seçim Güvenliğine
dair #tatava
"Gezi'nin en önemli mesajı kitlelere sokak siyasetinin
gücünü göstermesiydi. Cemaatin tapeleriyle efsunlanıp kendi gücümüzü unuttuk.
17 Aralıktan bu yana cemaatin tapeler üzerinden oynadığı gölge siyaset AKPye
büyük darbe vururken toplumsal muhalefeti de sinizme sevk etti. 17 Aralık bu
anlamda Gezi öncesine bir dönüştür. Yaratıcı muhalefet siyasetinden vazgeçip
mücadeleyi tribünden izlemeyi seçtik. 17 Aralık sonrası Türkiye'de demokrasinin
geleceğini yani kendi geleceğimizi cemaatin tapelerine teslim ettik. Sızlanmaya
hakkımız pek yok. 17 Aralıktan beri siyasete katılmıyor/siyaset
üretmiyoruz.Bütün normatif değerlerden arınmış bir iktidar savaşına maruz
kalıyoruz sadece."
Bu değerlendirme Twitter’da Erdem Demirtaş’a ait. (@cb_macpherson)
(Twitter linkleri aşağıdadır.)
Her ne kadar 17 Aralık’tan 30 Mart’a kadar olan süreçte,
yolsuzluklar, internet yasakları, Berkin Elvan’ın ölümü ile sokak eylemleri devam
etse de, kitlelerin artık sahada değil tribünde olduğu iddiası çok doğrudur.
17 Aralık itibariyle aktif ve gündem belirleyen pozisyondan,
yeniden aktörlerin gündem belirlediği ve bizim seyrettiğimiz, gösterilen şey
için sokağa çıktığımız bir pozisyona sokulduk. Sokağın, siyasette, gündem
belirlemede yükselen pozisyonunun önüne bir set çekildi.
ÖDP Genel Başkanı Alper Taş, 7 Mayıs sabahı Halk TV’de
katıldığı programda şunları söylüyor:
“ Şimdi bu Haziran büyük halk hareketi, isyanı, AKP’yi
geriletti, bunu gördük, yaşadık. Fakat her halk hareketinden halk güçleri
yararlanmaz. Egemen güçler de bu halk hareketinden yararlanmak isterler. Yani
kendi düzenlerini yeniden restore etme, bu halk hareketinin düzen dışı bir yöne
kanalize olmasını engellemek konusunda bir takım müdahalelerle kendi
sistemlerini restore etme, yeniden düzenleme, kendilerinin çizdiği çerçevede
kontrollü bir süreci geliştirme doğrultusunda bir takım hamleler de yaparlar.
Tabeler siyaseti, kaset siyaseti bu mantıkla da gündeme geldi. Bir halk
hareketi ortaya çıktı, bu halk hareketi AKP’yi götürürse biz bunun sonunu
alamayız, nereye gideceğini kestiremeyiz. Doğal olarak bu AKP’yi kontrollü bir biçimde
biz geriletelim, biz bitirelim noktasında tape siyaseti, kaset siyaseti...
Aşağıdan gelişen halk hareketine karşı yukarıdan tapelerle bir müdahale geliştirildi
ve çözüm oralara indirgenmeye, onun üzerinden AKP’nin derdest edilmesi süreci
gündeme alındı fakat bu ters tepti. ... Seçime yakın dönemde bunun gündeme
getirilmesini AKP tersinden, kitlesini konsalide etmede, kendine çekmede
değerlendirdi. ... Can simidi oldu bu tapeler, dış komplo olarak açıkladı.”
Sivil halk hareketlerinin önünün kesilmesi ya da
engellenemeyecek kadar büyükse de yönlendirilmesi stratejisini Mısır’da Tahrir’deki
halk devriminin Sisi’nin askeri darbesine dönüştürülmesinde, 2007’de “Cumhuriyet
Mitingleri”ndeki sivil gücün 27 Nisan muhtırasıyla askerileştirilmesinde, Susurluk'un hesabının sorulmasından 28 Şubat'a giden süreçte de görebiliriz.
Seçime giden süreçte AKP, Gezi’yi ve 17 Aralık’ı aynı şeyin
organize ettiğini ve bu büyük dış saldırıya karşı II. Kurtuluş Savaşı
verdiklerini söylüyor, milliyetçi değerlere sarılıp televizyonlara, gazetelere,
birdbordlara reklamlar veriyordu.
30 Mart seçimlerine kadar olan süreçte bizse kendi gücümüzü
unutuyor ve Sarıgül isminde bir kurtarıcının gelip bizi kurtaracağını
bekliyorduk.
Tepedeki aktörler, Sarıgül’ün İstanbul’u alacağını ve bunun
Tayyip Erdoğan’ın yenilgiyi tatması, gerilemesi, İstanbul’dan gelip İstanbul’dan
gitmesi olduğunu, bunun için tatava yapmadan Sarıgül’e basıp geçmemiz gerektiğini
söyleyip duruyorlardı.
Kimi aktörler de bir yandan “Gezi’yi doğru okuyamayan, Gezi’deki
gençleri anlamayanlar siyasette başarılı durumda olmayacak” diyorlardı ancak bir
yandan da Gezi’de aktif olmamış bir aday gösterebiliyorlardı. Ve biz yerel
seçimde tatava yapmadığımız için, cumhurbaşkanlığı seçiminde de benzer tablo
ortaya çıkıyor, Gezi’ye mesafe almış birisi cumhurbaşkanlığı adayı oluyordu.
@kiyametprojesi: Ekmeleddin
Bey görüşleriyle, bakış açısıyla, olaylara yaklaşımıyla epey farklı bir isme
benziyor.
(Demirtaş'ın da "Gezi'de darbeyi gördük" şeklindeki sözleri hatırlatılacaktır. Asla katılmadığım bu sözün aslında ulusalcı siyasete yönelik bir eleştiri olduğunu düşünüyorum. Ulusalcı siyasete yapılan bir eleştiri ile, "Geziyi ilk üç gün destekledim ama..." gibisinden bir eleştiri bir değildir. İkincisi sinsicedir. Kaldı ki Demirtaş'ın içinde bulunduğu siyasi yapının direniş geçmişi ve AKP'ye yakın olan isimler haricinde BDP-HDP çizgisinin Gezi'nin geneline yaklaşımı bellidir. Gezi'den sonra devam eden eylemlilik halinde de bu çizgiyi çok sık sokakta gördük.)
Tabandan/sokağa çıkanlardan gelen taleplerin dikkate
alınmasını bırakın, bu talepler sorulmuyordu bile. Bu kesimlerin oyu nasılsa
çantada keklikti! En fazla, tatava yapma bas geç, ehveni şer, bu Tayyipten daha
kötü olamaz ya denir, biterdi.
Benim oyumun çantada keklik görülmesine ben müsaade edemem. Beni
temsil etmeyen, sokakta olduğum zaman
haykırdığım şeyleri kendine dert edinmemiş birisi benim oy atacağım birisi
olamaz.
Bu argümana ve ya ulusalcı CHP tabanından gelen argümanlara
verilen cevaplar genelde şöyle oluyor: “%20-30 oy alacak bir aday mı
gösterilseydi?”
Bu cevap verilirken gösterilen özgüvene inanın, çok
gülüyorum. İlk günlerde Ekmeleddin İhsanoğlu haberlerini okurken beni bir gülme
alıyordu bilgisayar karşısında. İnsanların ciddi ciddi Ekmeleddin İhsanoğlu’nun
%50’lerin üstüne çıkarak kazanacağına inanarak konuşması bence çok traji komik.
2007, 2009, 2010, 2011, 2014 Mart seçimlerinde her seferinde “Bu sefer son!
Bakın Tayyip gidiyor” diyerek sandığa gidenler, her seçim gecesinden sonra da
halkın kendisi gibi düşünmeyen kesmini aşağılamakla, burada yaşanmaz artık
demekle meşgul oluyorlar. Gezi ve yolsuzluk soruşturmasının, tapelerin peşisıra
gelen 30 Mart seçimleri göstermiştir ki Tayyip Erdoğan’ın kalelerinin düşerek
iktidarının sallanması gibi bir durum söz konusu değildir. Önceki seçim
başarıları, 2014 Cumhurbaşkanlığı seçiminin de Tayyip Erdoğan’ca kazanılacağını
çok açık göstermektedir. Yukarıda, Ekmeleddin’in %20-30 oy potansiyeline sahip
bir aday gibi olmayacağı, zafere taşıyacağı iddialarına güldüğümü söylemiştim. Bir
bölümü Tayyip Erdoğan’a sıcak bakan ülkücü gruplardan, Mhp’nin
milliyetçi-muhafazakar tamamından çatı adayın tam oy aldığını varsayalım ancak
CHP ciddi anlamda bölünmüştür. Ulusalcı kesimler belki son anda kaderlerine
boyun eğerek sandığa gidecektir ancak sol ve Alevi kesimlerin oyları gitmeyecektir.
Gezide, sokakta dışlanmayan BDP-HDP, hem yerel seçimlerde hem çatı aday sürecinde
dışlanmıştır. Bu kesimlerin hiçbirinden gelmeyecek olan oylar ile zaten %50’nin
üzerine ulaşılması matematik olarak mümkün değildir. AKP seçmeninden oy
alacağız mantığıyla seçilen bir isim ancak, AKP’nin oylarını düşürmeyecektir. Medya
zaten AKP’nin elindedir ve İhsanoğlu’nun medyada propaganda yapma şansı yoktur.
Cemaatin oy oranının düşüklüğü yerel seçimlerde görülmüştür. ( Bir parantez ve
sorular: Acaba, CHP ve MHP iktidara geldiği taktirde de cemaate her istediğini
verecek midir? AKP’den bir şeyler isteyen ve alamadığında savaş açan cemaat,
aynı talepleri, Sarıgül konusunda işbirliği yaptığı ve çatı aday konusunda
işbirliği içinde olacağı CHP ve MHP’den de istemeyecek midir? Bu noktada CHP ve
MHP o talepleri karşılayabilecek midir, evet mi diyecek ve ya talepleri
reddecek güçte ve bağımsızlıkta olabilecek midir?) “İşte İslamcı aday” diye AKP’li
gence gösterdiğiniz kişiye, hali hazırda Recep Tayyip Erdoğan’a aşk derecesinde
bağlı olan AKP seçmeni de oy vermeyecektir. Aslı varken “çakma”sına itibar
edilmez.
@plastiknebula: He
adam Islamic Studies çıkışlı prof olduğu için Bağcılar'daki gençler adama hasta
olacak.
Bir başka nokta da, Ekmeleddin İhsanoğlu’nun
dejavantajlarından kaynaklı yaşayacağı oy kaybıdır. Sen Türkiye’yi,Türkiye’ni nsiyaset
dinamiklerini bilmeyen adamı Türkiye’ye cumhurbaşkanı adayı diye getirirsen
Türk Solu dergisini solcu sanıp eline alır. Faşist bir dergiyle Sol/sosyal
demokrat kesme PR yapmak isterken Kürtleri,Alevileri,MHP tabanı ve Alperenleri
aynı anda karşısına almayı başarır.
Üç büyük parti, çatı adayda değil ama sokakta birleşiyor!
Seçmenin %50’si tam olarak işte bu resimde temsil ediliyor:
Bu resimdeki iki kişiye işte buna oy atacaksın, yoksa Tayyip
gelir diye sunulan Ekmeleddin İhsanoğlu da, tıpkı yerel seçimlerden önceki
süreçte olduğu gibi tepedeki aktörlerin belirlemiş olduğu stratejinin bir adayıdır.
Oysa ki o resimdeki üç kişinin mücadele etmek için bir kurtarıcıya ihtiyacı
yoktur. Sermayenin, Demirellerin, Dervişlerin, cemaatin akıl verdiği bir siyasetleyse
de tabanına ve sokakta olan bu 3 kişiye,
bağımsızlık, özgürlük diyene adeta meydan okunmuştur.
@fatih_yasli: ihsanoğlu "ince" düşünülmüş bir
isim. ihvan rejimlerinin son kalesi tr iken, ihvan karşıtı bir islamcı aday
meselesi yani.
@fatih_yasli: tunus, mısır, libya, suriye.. sünni-eksen
projesi bitti, ihvan hepsinde suud desteğiyle yenildi. ihsanoğlu suud
çizgisinde. özetle bu.
@fatih_yasli: bölgenin yeniden dizaynında ihvan'a, katar'a
ve yeni-osmanlı'ya yer yok. ekmel bey'in adaylığını bu dizayndan bağımsız
okumak imkansız.
@fatih_yasli: islamcılar içerisindeki suud-katar rekabeti ve
küresel güçlerin ihvan rejimlerini tasfiye projesi tr'ye ekmel bey olarak
yansıdı.
Fatih Yaşlı’nın Twitter’daki bu analizleri önemlidir. Tepedeki
aktörlerin siyasete müdahalesi ve altta duranların, sokağa çıkanların tribünden
izlemesi devam etmektedir, ettirilmek istenmektedir.
Siyaset, Tayyip Erdoğan’dan kurtulmak için yapılacak bir şey
değildir. Siyaset, bundan çok daha fazlasıdır. Sırf “Tayyip Erdoğan’ı devirmek”
düşüncesiyle “siyaset üretmek”, AKP karşıtlarına hadi buna yönelin, bu
kurtarıcımız demek, AKP’lilere de sizin beğeneceğiz yeni kişi bu demek siyaset
değildir. Benim derdim sadece Tayyip Erdoğan değildir. Tayyip Erdoğan’a aşkla
bağlı olan seçmenine lafımı anlatabilmektir. (http://www.gazeteciler.com/levent-gultekin/leyla-ile-mecnunun-askindan-turkiyeyi-kim-uyandiracak-735y.html
) Onu da bu yukarıdaki resim karesine sokabilmektir. Bugün Tayyip Erdoğan
gittiğinde mevcuttaki sorunlarımızdan hiçbiri çözülmeyecektir. Benim derdim
zihniyettir. “Karşı taraf”ı argümanlarımla kendi safıma çekebilmektir. Ben
3.Köprünün yapıldığı coğrafyada yaşıyorsam ve gördüğüm devasa ağaç katliamını anlatıp
karşı tarafı etkilemek, bunun sonuçlarını anlatmak benim meselemdir. 3.köprü
ile ilgili videoları açın, videoların ya da gazetelerdeki haberlerin altındaki
yorumlara bakın, bu insanlar devasa ağaç katliamını haklı görmekle kalmıyor,
çevre mücadelesi verenleri de dış mihrakların uzantısı görüyor. Tayyip Erdoğan’ın gitmesiyle, Ekmeleddin’in gelmesiyle bu
adamın düşüncesi sihirli bir şekilde değişmeyecek. Neoliberal politikalar yeni
Tayyip Erdoğanlar çıkartacak, oradaki düşünceyi değiştirecek bir siyaset
ürettiğimdeyse bu mümkün olmayacak. Zihniyeti değiştirecek bir siyaset
üretmektense Tayyip Erdoğan gitsin mantığıyla Sarıgül’ü ve çatı adayını
çıkartan iç siyaset, alternatif ve başarılı bir siyaset değildir.
@fatih_yasli: "erdoğan'dan kurtulmak" denilen
şeyin, ancak meselenin erdoğan'dan daha derin olduğu anlaşıldığında mümkün
olacağını anlayamamak..
Peki ne olacak, ne yapmalı?
30 Mart öncesinde ısrarla #OyVer demiş ve sandıkta oy
vermenin çok büyük önemi olduğuna inanmış birisi olarak artık aynı inançta
değilim! 30 Mart öncesinde gördüğüm “Sandık diyorsunuz ama çözümün sokakta
olduğunu siz de göreceksiniz.” minvalindeki tweete artık ben de hak veriyorum, oy vermemeyi düşünmedim değil. İlla
ki oy vereceksem de, sokakta,direnişin içinde olmasıyla beni Ekmeleddin’den çok
daha fazlasıyla temsil eden Demirtaş’ı tercih ederim.
Örneğin Kuzey Ormanlarını anlattığımda 3.köprü ve ağaç
kesmek lehine argümanlar sunan zihniyeti değiştiren bir siyaset üretimi olmadıkça
da Erdoğan mevcut oy oranlarını koruyacak. Ve bu noktada iktidardakilerle
ilgili bir değişik ancak AKP’ye oy vermeyen %50’nin yapacağı bir direnişin
sonucunda olacak. Sokaktan başka çare yok artık, neyi değiştirecekse sokak,
sokakta olan değiştirecek. Sokak siyaseti, forumlarla, kent dayanışmalarıyla o
zihniyet değiştirici siyaseti de üretmek durumunda olacak.
Ekmeleddine oy toplamak peşinde koşanlar bir Ağustos gecesi
yine hüsranla karşılaşıp karşısındaki zihniyete hakaretler basaduracak.
Sokağa çıkıldığında ise direniş olacak. 30 Mart sonrasında
birbiriyle farklı uçlardaki ve Mansur’a, İhsan’a oy vermeyen insanların Ankara’da,
Üsküdar’da oylarına sahip çıkmak için oyların toplandığı yerlerde eylemde
olduğunu hatırlayın, ilk etapta bunun aynısını göreceğiz.
Kısacası “Sen çatıya çıkarsın ama çatıdan düştüğünde
cenazene SOKAK gelir!”
Ha, sandığa gitmek, oyları saymak, sandıklara sahip çıkmak ve
CHP’ye oy vermek aynı şey değildir. Ancak, sadece ve sadece Tayyip Erdoğan’ın
karşısına şunu çıkartalım diyebilen ve bunun sonucunda bile başarılı olamayan
siyaset bunları aynı şey sanar. Oy ver demeyi, Ekmeleddine oy ver; oylara sahip
çıkmayı, CHP-MHP adayına sahip çık anlarlar. Bu ikisi farklıdır. Biri
demokrasidir, diğeri ısrarla yapıldığında dayatmadır.
30 Mart’a dönersek... Sandık başında partilerin ve Oy ve
Ötesi gibi platformların gözetmenleri oldu. Gözetmen ya da gönüllü
vatandaşlarca fotoğrafı alınan sandık tutanakları, onlar tarafından sosyal
medyada paylaşıldı. Bu tutanakları toplayıp inceleyenler, YSK'nın ilan ettiği
sonuçlarla karşılaştırdığında tutarsızlıklar gördüler.
Bu yapılan çok ciddi bir iştir!
Oy vermekten ötesini yapan, sandıkta, okullarda, bu
merkezlerde gönüllü görev alan, seçim gecesini tv-bilgisayar karşısında değil
sandıkları gezip tutanak fotosu çekerek,karşılaştırarak, karşılaştırma amaçlı
yayarak geçirenlere, günlerdir oylara sahip çıkmak için aç ve uykusuz bekleyenlere
selam olsun. Onlar tüketmedi, üretti. Şikayet etmek, karşı düşünceyi aşağılamak
yerine çalıştılar. Ne yapılacaksa yapanın halk yani kendileri olacağının
bilincindeydiler.
30 Mart’ın deneyimleri, sandık tutanaklarının topluca
bulunduğu, böylece tutanaklara işlenen oyların YSK ve Seç-sis'e alternatif
olarak vatandaşlarca imece usulü sayılabildiği, bunların doğruluğunun da
kontrol edildiği yeni bir sisteme ihtiyaç olduğunu göstermiştir.
Şimdi cumhurbaşkanlığı seçimleri olacak. Oy veren, vermeyen oylara
sahip çıkılacak bir mücadelenin içine girmek durumunda olmalıdır. Ekmeleddin’e
oy vermemek başka, yukarıda tarif edilen şekilde sandığa sahip çıkmak çok başkadır.
Seçimde yapılan hilelerle daha yüksekte ilan edilmiş oy
oranının yanında gerçek bir oy oranı vardır ve oylara ne kadar çok sahip
çıkılırsa; vatandaşlarca sandık tutanaklarının paylaşılması yoluyla alternatif bir
sayım yapma imkanı olursa o gerçeğe yaklaşabileceğiz!
Bu ne demek? Hile karışan bir seçimde oy oranı örneğin %58
ise belki de gerçekte %51’dir. Eğer bu rakamı gerçek seviyesinde göremezsek,
bir sonraki seçimlerde olacak olanlar %70ler,80ler,90lardır. Zira hile kendini tekrarlayacaktır.
Türkiye’nin sonraki seçimlerinde, tek bir adayın Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki
diktatörlüklerdeki seçimlerde gördüğümüz oranlarda oylar alması kaçınılmazdır. Ancak
gerçekte daha düşük olan bir oy oranı varsa, ortaya çıktığında (yani hilenin engellenmesiyle otomatikman bir erime gerçekleşirse) 2015
seçimlerinden itibaren oylarında düşüş görülmesi ihtimali dahilindedir.
Twitter kaynakları:
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder