BÜYÜYEN EYLEMLİLİK HALİ VE ARTAN KISITLAMALAR
2013 yılında Gezi Parkı olaylarına şahitlik etmiş olan Türkiye’de alışılagelen siyaset kalıpları değişmeye başladı, muhalefet kısmen kendisine yeni bir dil ve söylemler üretti, en azından toplumda kendini muhalif olarak konumlandıran bazı kesimler bu değişimi başardı.
Gezi’nin getirdiğini düşündüğüm en büyük değişimlerden birisi insanlardaki eylemlilik halinin artışı ya da bir başka deyişle protesto için sokağa daha fazla çıkmak. Yıllardır çevremden duyduğum, medyadan takip ettiğim yurtdışında insanların örneğin en ufak bir zamda ya da trafikte polis kurşunuyla öldürülen gençler için sokağa döküldükleri ancak Türkiye’de böylesi durumların yaşanmadığı ve yaşanmayacağı inancıydı. Bu genel umutsuzluk havasını kıranın Gezi olduğuna inanıyorum. O güne kadar insanların biriktirdikleri öfke, o parktaki ağaçların kesimi ile beraber başlayan olaylarda patlarken yan yana duran farklı kesimler de pek çok insan için şaşırtıcı geldi.
Gezi’den sonraki Türkiye’de yanlış ya da haksızca ilerlediğini düşündükleri şeyleri sokağa çıkıp protesto eden grupların sayısı arttı. Hemen her gün, özellikle de İstanbul’un bir köşesinden eylem haberi geliyor ve tüm bu eylemlerde bir organizelik, bir hız var. Örneğin, gün içinde Beşiktaş’ta Adalet ve Kalkınma Partisi standına yönelik eylem yapan gruplar gözaltına alındığında, akşamına Abbasağa Parkı forumu bir eylem organize ederek Beşiktaş sokaklarında yürüyor ya da bir kedinin işkence ile öldürülmesi ve mahkemenin sanığı sadece 300 TL para cezası ile bırakması üzerine, hemen o akşam Kadıköy’de,Gezi’den beri eylemlere ev sahipliği yapan Altıyol ve Bahariye’de, gruplar yürüyüş düzenliyor.
Gezi’nin devamında başlayan park forumlarının da bu eylemlilik halindeki etkisi büyük. Sadece Türkiye ya da İstanbul gündemini ilgilendiren konular değil, aynı zamanda kendi mahallelerindeki problemler için de sokağa çıkan, imza toplayan bu gruplar, gördükleri haksızlıklar karşısında organize olup sokakta protesto etme kültürüne sahip olan ve bu kültürü yerleştiren kitleler.
Forumların getirdikleri arasında insanları yeniden birbirleriyle komşu yapması, mahalle kültürünü canlandırması da var. O güne kadar, yıllardır aynı semtte oturduğu komşularını tanımayan insanlar, forumlarda bir araya geldiklerinde, beraber eylemlere gittiklerinde tanıştılar, dost oldular ve öncesinde sadece mahalle dizilerinde görebildikleri canlılığı, ortamı yaşamaya başladılar. Kadıköy’deki forumların gerçekleştirdikleri “işgal evleri” ise, Gezi’deki hali, “ne güzel günlerdi” dedirten bir yad etme ya da nostalji malzemesi olmaktan çıkarıp sürdürülebilir kılıyordu. Badiu ve Zizek, Gezi’yi değerlendirdikleri panelde tam da buna dikkat çekmişlerdi: “İleride bir iş yemeğinde ‘ne güzel günlerdi’ demeyin.” Gezi yaşandı, etkileri ve eylemliliği sürse de ana olaylar kapandı, bitti. Parktaki alternatif yaşamı forumlar, yeni Gezi parklarına, işgal evlerine, bostanlarına, mahallerine taşıdılar. İstanbul’da, öncesinde de eylem noktası olan Galatasaray Meydanı, Altıyol Boğa gibi mekânlar çok daha fazla sayıda, çok daha kısa aralıklarla yeni eylemlere ev sahipliği yaptılar.
Bu yeni eylemlilik hali ve ortaya çıkan yeni şeyler karşısında, bu eylemliliğe yabancı olan, değişimden rahatsız olan veya bu renkliliği tek sesli bir griliğe indirmek isteyen farklı otorite halleri de var.
Otoritelerin eylemlilik hali karşısındaki ilk ve en kolay gördüğü çözümü yaftalamak oluyor. Her türden eylemi, “yakıp yıkıyorlar esnafa kamu mallarına zarar veriyorlar” çizgisinde yorumlayan otoriteler, eylemcileri de alışılageldik siyaset kalıplarına sıkıştırmayı ve yaftalamayı seçiyor. Yeni eylem gruplarına ve şekillerine yabancı olan otoriteler, bu grupları pasifize etmenin yollarını arıyor. Bu noktada bulunan çözümse kimi zaman devlet şiddeti, kimi zaman palamiliter gruplar oluyor.
Eylemler ve eylemciler alışılageldik siyaset kalıplarına sokulmak istenirken, yaşanan gerçeklikler de tersyüz edilebiliyor. Örneğin, Gezi olayları esnasında jandarmayı sokağa çıkartan ve asker de gerekirse çıkar demeçleri verenler demokrat olurken Gezi olayları darbe olabiliyor. Herhangi bir darbe rejiminin yapabileceği yasaklamalar, askılar, yapacağı gözaltı, tutuklama, baskı, sansürler, eylem engellemeleri, gece yarısı kararları, toplu yargılamalar, toplu görevden alma ve sürgünler gerçekleşirken TOMAlar şehir sokaklarında tank gibi dolaşıyor. 12 Eylül’ün yıldönümünde İstanbul sokakları aynı manzaralara sahiplik yaparken Kadıköy’de polisler, insanların çantasındaki kitapları arayıp internetten yazarın kim olduğuna kontrol ediyor,33 yıl arayla aynı gün aynı gazeteciler gözaltına alınıyor. Seçim barajı düşürülmeyip seçilmiş vekiller cezaevlerinde tutulurken milli iradeye saygıdan söz ediliyor. Mısır’da ya da yurtdışındaki başka ülkelerde sokağa çıkan gruplar için söylenenlerle Türkiye’de sokağa çıkan gruplar için söylenenler birbirlerini tutmuyor. Yassıada’da ağaç kesip otel inşa etmek demokrasi olurken, o adada yapılan ve direkt demokrasinin bir şekli denebilecek forumlar darbeden sayılabiliyor. Kuzey Ormanlarını kesen, kentin su kaynaklarına ve kuşların göç yollarına zarar verenler çevreci oluyor. Eylemlerde polisin müdahale ettiği başı açık ya da kapalı her kesimden kadınlar görmezden gelinirken, eylemci grupların Kabataş’ta başörtülü bir kadına zarar verdiklerine yönelik algı inşa ediliyor. İnternet düzenlemeleri sansür değil koruma adıyla gerçekleştiriliyor.
Artan eylemsel hareketlilik, 17 Aralık’ta gerçekleştirilen yolsuzluk ve rüşvet operasyonuyla yeni bir boyut kazandı. Otorite de bunun karşısında kendisini daha yasakçı ve daha kısıtlayıcı bir yerde konumlandırıyor. HSYK, İnternet, MİT düzenlemeleri, Ankara ve Beyoğlu gibi yerlerde polise verilen arama yetkileri hızla ülke gündemine giriyor. Medyada uygulanan sansürlerin ortaya çıkışı, protestocu grupların sosyal medyayı etkin kullanışı gibi otorite açısından kriz olabilecek durumları engellemeyle beraber, yeni ve daha kapalı bir rejimin yapıtaşı olabilecek bu adımlar, böylece 17 Aralık’ın otorite açısından fırsata çevirmesini de sağlayabilir. İnternet düzenlemesiyle ortaya çıkan kontrol ağının çalışma prensibi, özellikle otorite için kriz oluşturan zamanlarda, medyaya telefonlarla yapılan sansürle aynı olabilir. MİT düzenlemesi, MİT’i daha sorgulanamaz ve sınırsız bir yapı haline getirirken, kurulacak kontrol mekanizması da Muhaberat vb. istihbarat örgütlerinin işleyişini andırabilir. HSYK düzenlemesi yargıyı tek merkeze bağlarken polise verilen arama yetkileri de hem eylemlilik halini kısıtlayacak, hem de potansiyel olarak görülen tehditlere yönelik olacak.
Yakın geleceğe yönelik bazı tahminler yapmak gerekirse;
1. Eylemlilik halinin boğulmaya çalışıldığı ölçüde artacağını düşünüyorum. Tepkisellik, canlılık ve heyecan büyüyecek ve internet gibi platformlara olası müdahaleler sokağı daha canlı tutacak. Facebook duvarları yoksa da sokak duvarları her daim var. Özellikle Ukrayna’daki olayların çatışma/polislere müdahale yönü, sokaktaki gruplar için ilgi çekici bir örnek ve son eylemlerdeki fotoğraflara, videolara da baktıkça Ukrayna’nın o yönünü andıran pozlar görülebiliyor.
2. Yerel seçime giden günlerde ortaya çıkarılacaklar ve seçimden başarıyla çıkmak ya da çıkmamak, yukarıdaki kısıtlamaların ne derece ilerletilebileceğini belirleyebilir. İktidar, zaferle çıktığı halde, eylemlilik haline karşı bir “cadı avı” başlatabileceği gibi kaybettiği halde de, devamında yeni kayıplar gelmesin diye her türlü kısıtlama ve yasakla yoluna devam edebilir.
3. Genel olarak ülke gündemindeki gergin havanın bir süre daha böyle devam edeceğini, bu gerginliğe, siyasi partilerin seçim çalışmalarına yönelik müdahaleler ve bu müdahalelerin boyutuna, kimin hangi gruba yaptığına bağlı olarak etnik boyutun eklenebileceğini tahmin ediyorum. Ayrıca farklı kesimlerin yan yana eylemde/siyasi ittifak içinde olmasının önündeki engeller artabilir.
KENDİ YAZIMA İTİRAZLARIM/ EKLEMELERİM
1. İlk hatam düşük seviyelerden gelip büyüyen eylemlilik halini tüm Türkiye’ye mal etmem olmuş. İstanbul’a Türkiye dememin haricinde hali hazırdaki tabloyu da hesap etmemişim. Oysa ki Kürt hareketi, güçlü bir mücadeleyle yıllardır eylemlilik haline sahip. Gezi’den itibaren süregelen “(Beyaz) Türkler Yeni Kürtler oldu.” tarzı yorumlar tam olarak Türklerin de bu eylemselliğe sahip olmaya başladıklarını ve karşılığında devlet zulmüne maruz kaldığını anlatıyor. Fark şudur ki Batı bölgelerindeki haber akışının hızı, sosyal medya gücü Doğuda yok.
2. Eylemsel hareketlilik 17 Aralık’la yeni bir boyut kazandı diyordum ancak Erdem Demirtaş’tan (@cb_macpherson) okuduğum şu tweetler bu yeni boyutun aklımdaki gibi bir yer olmadığını düşündürmeye başladı.
"Gezi'nin en önemli mesajı kitlelere sokak siyasetinin gücünü göstermesiydi. Cemaatin tapeleriyle efsunlanıp kendi gücümüzü unuttuk. 17 Aralıktan bu yana cemaatin tapeler üzerinden oynadığı gölge siyaset AKPye büyük darbe vururken toplumsal muhalefeti de sinizme sevk etti. 17 Aralık bu anlamda Gezi öncesine bir dönüştür. Yaratıcı muhalefet siyasetinden vazgeçip mücadeleyi tribünden izlemeyi seçtik. 17 Aralık sonrası Türkiye'de demokrasinin geleceğini yani kendi geleceğimizi cemaatin tapelerine teslim ettik. Sızlanmaya hakkımız pek yok. 17 Aralıktan beri siyasete katılmıyor/siyaset üretmiyoruz.Bütün normatif değerlerden arınmış bir iktidar savaşına maruz kalıyoruz sadece."Tweetlerin kaynağı: https://twitter.com/cb_macpherson/status/447517335172444160
https://twitter.com/cb_macpherson/status/448229850743324672 https://twitter.com/cb_macpherson/status/448231493668962304 https://twitter.com/cb_macpherson/status/448232757471510528 https://twitter.com/cb_macpherson/status/448235754666606592
3. İnternet gibi platformlara olası müdahaleler sokağı daha canlı tutacak demiştim, seçim öncesinde Twitter yasakları karşısında insanlar gerçekten de sokak duvarlarını daha effective kullanmaya başladılar ama sokak çatışmaları yaşanmadı. Polisin müdahale edebileceği kitlesel eylemler olmadı. Bunun da 2 nedeni: 1) Burakcan’ın ölümüyle insanların provokasyon ortamı sezinlemesi ve o tarihten beri Taksim’de kitlesel eylem olmaması. 2) Seçim öncesi sokağa çıkmanın stratejik olarak yanlış olacağının düşünülmesi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder