14 Ağustos 2013 Çarşamba

Akp-Cemaat Gerilimi


Cemaat ve Akp arasındaki kavga artık iyice belirgin hale gelmeye başladı.
Bu kavga neden nasıl başladı?
Burada kapsamlı bir analiz yapmayacağım, sadece hafızamızı tazelemek, unutmamak ve olayın iç yüzünü bilmeyenler için yaşanan olayları vereceğim ve çatışmanın en güncel kısmını yorumlayacağım.
Öncelikle Gülen’in 28 Şubat’a ve Mavi Marmara'ya nasıl baktığını hatırlatayım:
Kavga ilk olarak Erdoğanın 2011 sonbaharında ameliyat olduğu dönemde, şike yasası meclisten geçerken belli belirsiz bir şekilde patlak verdi. https://www.google.com.tr/search?q=g%C3%BClen+%C5%9Fike+yasas%C4%B1&ie=utf-8&oe=utf-8&rls=org.mozilla:tr:official&client=firefox-a&gws_rd=cr
Yine şike yasasından sonra kavga belli belirsiz devam etti, Uludere üzerinden Mit hedef alındı.
Kavganın belirginleşmesi İsrailin İrancı diye nitelediği Mit Müsteşarı Hakan Fidan’ın cemaatçe yürütüldüğü iddiaları olan kck soruşturması kapsamında ifadeye çağrılmasıyla oldu, akplilere göre bu 7 Şubat darbe girişimi, başbakanı tutuklamanın bir adım öncesiydi.  Bunun ardından mit, yargı, poliste, başbakanın koruma ekiplerinde hatta milli eğitimde cemaatçilerin tasfiyesi başladı.
Akp zarar gördüğü özel yetkili mahkemeleri kaldırmaya karar verdi. Bu dönemde (Mayıs-Haziran 2012) cemaatin yayın organlarında yıllarca hapiste kalan ve bu duruma öfkelenen Ergenekon-Balyoz sanıklarının ses kayıtları yayınlandı. Tipik bir “korku yaratmazsan devleti yönetemezsin”  hareketiyle günlerce cemaat medyası korku inşa etti. Yine bu dönemde akp için siz ne ara darbecilerle bir oldunuz, chp mhp den farkınız yok yorumları yapıldı. Akp öymleri kaldırdı ancak mevcut davalarda öymler devam edecekti.
Araları iyiyken de cemaat,taraf gazetesi Başbakandan davalarda sonuna kadar gidilmesini istiyordu. Cemaat Özal ın zehirlenmesi iddiasında da sonuna kadar gidilmediğini düşünüyor, bunun için de ciddi eleştiriler yaptılar.
Akp-cemaat-liberaller koalisyonu olarak çıkan Taraf, istifaların ardından cemaate kaldı.Tarafta uzun süredir Miti,akpyi hedef alan haberler çıkıyor sürekli.
Şu iki linkte cemaat ve akp arasındaki çatışmanın başlıklarından bazıları toparlanmış:
http://www.odatv.com/n.php?n=cemaat-erdogana-iste-bu-yuzden-kizdi-2607131200
Aslında var olan bir rant kavgası. Kavganın ekonomik boyutu, pastada nelerin paylaşılamadığı da incelenmelidir.
Burada çatışmanın çok önemli bir başlığı da dersanelerin kapatılmasıdır. Twitterda dersaneler kapatılmasın diye açılan hashtaglerin altında yazılanları okumanız bu kavgayı anlamanızı kolaylaştırır. Dersanem olmasaydı bu hashtaglerin ilkiydi, sonra devamı geldi sık sık.  https://eksisozluk.com/dershanemolmasaydi--3610371
Saflaşma şöyle: Yeni Şafak, Star, Sabah gibi gazeteler genel olarak Akp safındayken, Zaman, Taraf gibileri genel olarak cemaat safında. Cemaat-akp geriliminin boyutunu anlamak için bir video, akp cephesinden bir yazı ve twitterdaki bir kapışma paylaşacağım. Twitterda daha başka tartışmalar da oluyor, özellikle Mehmet Baransu, Önder Aytaç, Emre Uslu, Şamil Tayyar gibi isimler ve başka kullanıcılar arasında. İnternetten bulabilirsiniz.
Birkaç haftadır Mehmet Barlas ve Ekrem Dumanlı’nın köşelerinden birbirlerine yaptıkları vuruşlar, Todays Zaman gazetesinin muhalefeti, Orhan Kemal Cengizin yazısı üzerine Twitterda açılan ve Zaman gazetesini eleştiren hashtag, akpnin cemaatin oy oranını saydırdığı iddiası gerilimi iyice su yüzüne çıkarttı. Konuyla ilgiliyseniz Barlas, Dumanlı, Cengiz’in yazılarını gazetelerinin sitelerinden bulabilirsiniz.
Ekrem Dumanlı’nın Akp’ye yeni geçen Numan Kurtulmuş’u da hedef alan yazısından (12 Ağustos Zaman Gazetesi) sonra 1. Akpli vekil İdris Bal’ın Gezi parkında başbakanı çevresindekiler yanlış yönlendirdi dediği raporu ortaya çıktı 2. Cemaat, Gezi Parkı olaylarını da yorumladığı 11 maddelik bildirge yayımladı. 3. Gülen röportaj verdi.
Gerilime Gezi Parkından bakalım. Öncelikle kimse cemaat Gezi Parkı direnişinden yana demesin. Elbette içlerinde vicdanlı olan/soldan bakabilen Radikal Gazetesi’nden isimler direnişte bizimle. Ama Gülen’in Erdoğanın çapulcu demesini eleştiren demecine değil “çerik çürük nesil, enkaz nesil, nesebi gayri sahih nesil” demesine bakarım ben. Erdoğanın Gezi üzerinden eleştirilmesi sadece Gezinin amaçları için kullanılmasıdır.
Cemaat yargıdan, başbakanın çevresinden tasfiye olduğunu düşünüyor ve yeni gelenlerin onu yanlış yönlendirdiğini iddia ederek bu bahaneyle öym’lerin cmk’nın güçlendirilmesini, davalarda sonuna dek gidilerek tüm muhaliflerin sindirilmesi, eski güçlerini geri almak istiyor. Raporla, köşe yazılarıyla bu anlama gelecek şeyler yazıyorlar. Kısaca deniyor ki bizi tasfiye ettiniz,yerine getirdikleriniz de gezicileri yargılayamıyor, bırakıyor. Aman darbe olur, bu tehdit geçmedi diyip korku salarak devlete iktidara sahip olma çabası.
Bu 11 maddelik açıklamada, ilk maddede Başbakanın Türkçe olimpiyatlarına gelişinden bahsedilmiş. 2012’de de Başbakanın Gülene ülkene dön çağrısı yapması üzerinden kavga yok denmişti. Oysa bu çağrı ve katılımlardan “ayrılsak da beraberiz” “kavga henüz o kadar ileri boyutta değil” “tabana yaymayalım” “Türkiyeye gel, burada hesaplaşalım” gibi anlamlar da çıkarılabilir.
Cemaatin geziyle ilgili 2. Maddesi de benim üstte yazdığım yargı meselesini doğruluyor. Ben buradan biz görevde değiliz, bizi tasfiye ettiniz, biz görevde olalım darbecileri tutuklar salmazdık anlamı çıkarıyorum. 3. İddiaya cemaatin verdiği cevaba katılıyorum. Gerçekten de çadırları yakan zabıtalardı, yandaşlar bunu günlerce provokatörler, ajanlar, direnişçilerin kendileri yaptı diye haberleştirdi ama sonra zabıtaların yaktığını, görevden alındıklarını Topbaş açıkladı. Ha zabıtalar emri kimden almıştır ya da cemaatçi midirler bilemem. Fakat polis içinde de cemaatin tasfiyesi bilinen bir gerçekken gezideki polis şiddetinden doğrudan cemaati sorumlu tutmak yanlış.
-Sonradan eklenen not: 17 Aralık operasyonuyla cemaatin polis ve yargıda tasfiye olmadığı görüldü.-
Cemaatin diğer iddialara yönelik cevapları, devlet içindeki cemaat tasfiyesini çok güzel ortaya koyuyor. 9. Maddenin son kısmında başkasına da oy veririz, vazgeçilmez değilsiniz tehditi seziyorum.
Gülen’in verdiği röportajdaki son cümleleri şunlar: “Türkiye’nin bölgede iyi diplomatik ilişkiler geliştirmesi Avrupa’nın ABD’nin ve dünyanın çıkarınadır. Ama ben şu anda Türkiye’nin buna yönelik yapacaklarını gerçekleştirdiğini düşünmüyorum.”
Bu açıklama, Türkiyenin Yeni Osmanlıcılık temelindeki dış politikasını çok güzel tanımlıyor. Yeni Osmanlı olarak biçilen rolü, Amerika’nın bölgedeki ileri karakolu, kestaneden ateşi alan maşası,taşeronu, ara elemanı olmak, Çanakkale Savaşındaki Anzaklar,Kurtuluş Savaşındaki Yunanlılar gibi kullanılmak olarak görüyorum. Ancak akp bu politikayı uygularken Amerikaya göre hatalar yaptı. Nedir bu hatalar? En başta Suriyede aceleci davranıp kraldan çok kralcı pozisyon almak, Amerika Bingazi saldırılarından dolayı radikal İslamcılara sıcak bakmazken bunları Suriyeye doldurmak, Mısırda Suudların, Katarın, Amerikanın desteklemediği Mursiye sahip çıkmak. Akp uyguladığı dış politika ile bölgenin abisi olacakken yalnız kaldı.

Bu noktada Cumhuriyet Gazetesinden Orhan Bursalı’nın 2012 Beklentiler: Erdoğan ve Cemaat yazısından bir alıntı yapmakta yarar var. Bu yorum doğruysa denebilir ki, cemaat Amerikadan gelen memnuniyetsizlik, taraf değiştirme gibi mesajları daha erken görür ve ona göre akpden farklı bir pozisyon alır, onu uyarır. Orhan Bursalı diyordu ki:

“Cemaat ile Erdoğan arasındaki çok önemli bir nokta da, özellikle Amerikancılık noktasında düğümleniyor. Türkiye’deki medya ve askere yönelik siyasi adli operasyonların tertipçileri, başı çekenler, esas olarak Amerika-cemaat müttefikliğine dayanıyor. Cemaatin dünya çapındaki politikasının belkemiğini, ABD ile müttefik olması oluşturur. Ülkemizde hiçbir güç, cemaat kadar Amerikancı olamaz. Erdoğan ve Davutoğlu bile. Onlar, Amerika’nın güçlü bileğini ve kesin kararlılığını gördükleri noktada, politik gerçekliğe dönüyorlar ve Amerikancı politikayı uyguluyorlar.”

Bu cemaat-akp kavgasında, muhalif olan birisinin nasıl bir pozisyon alması gerekir derseniz: İki uç da beter. Cemaat tarafını güç kazanırsa muhaliflerin öym davalarıyla sonuna dek ezilmesi, Amerikancı dış politikanın uygulanılırlığının artması demektir. Tersine, akp tarafının kazanması da Erdoğan’ın tek adamlığını güçlendirecektir. En önemlisi, biraz klasik olacak ama filler tepişirken olan çimenlere olur. Taraflar muhalifleri tutuklanacak birer öğe olarak görüyor ve muhaliflerin tutuklanması (örneğin gezi direnişçilerinin, solun ezilmesi, gazetecilerin kovulması) üzerinden birbirlerine vuruyorlar. Feodal beylerin elindeki topraklar el değiştirirken içinde yaşayan halk da toprakla birlikte oradan oraya savruluyor.
Biraz açayım. Önümüzde iki somut isim var: Başbuğ ve Haberal.
Başbuğ Hakan Fidandan önce tutuklanmıştı. Başbakanın canlı yayında Başbuğa sahip çıktığını ve akpli gazetecilerin başbuğun tutuklanmasını, müebbet ceza almasını başbakana mesaj olarak gördüğünü biliyoruz. Başbakanın Başbuğ konusunda samimi olduğunu düşünüyorum. Ancak emekli olmuş Başbuğ’un tutuklanmasının,Hakan Fidanın tutuklanması kadar Erdoğan’a tehlikeli gelmediği kanaatindeyim. Yani Başbuğ, Hakan Fidan gibi Başbakanın sırlarına vakıf olmadığı için onu kurtarmak için bir adım (örneğin Hakan Fidana çıkarılan yasa gibi yasa çıkarmak ya da Yüce Divanda yargılanmasını sağlamak gibi) atılmadı.  
Ergenekonda herkese ceza yağdıran öym’nin Haberali serbest bırakması, yine Sinan Aygün’ün vekilliğinin devam edecek olması, ister istemez bu isimlerle merkez sağda ya da cumhurbaşkanlığı seçiminde bir alternatif çıkarma amacı mı var sorusunu aklıma getiriyor.
Bir başka soru da neden başbakanın sağlığının bozulduğu iddia edilen her dönem, cemaat ve akp arasındaki kavganın bu kadar ortaya çıktığıdır. Sadece tesadüf mü bir takip, ona göre rol alma mı var? Başbakanın odasında böcek bulunmasının mit kavgasının olduğu döneme denk gelmesi de bir başka tesadüf mü dedirten gelişme.
Bu yazı tamamıyla kamuoyundaki gelişmelerin paylaşılması ve kendimce yorumlamamdan ibarettir.
Fitne arayan varsa, tarafların temsilcilerinin kendi yazdıklarına, dediklerine baksınlar. Akp ve cemaatin yazarları kendi aralarında bu kadar karşı karşıya gelirken, analiz yapan muhalif gazete yazarlarına fitne çıkarıyorsunuz, kardeşliği bozmaya çalışıyorsunuz denmesinden daha saçma bir şey yok.
Cüneyt Özdemir, 6 Ağustostaki Tesadüflere İnanmam yazısında bu durumu çok güzel belirtmiş:

“Biliyorsunuz hükümet ve AK Parti arasında bir gerilim olduğunu yazdığınızda hemen araya nifak sokmakla suçlanıyorsunuz. Gelin görün ki hükümeti destekleyen yazarlar ile cemaati temsil ettiğini bildiğimiz yazarlar arasında köşelerde kan gövdeyi götürüyor. İsim vermeden bel altı vuruşlardan başlayıp, “Ankara İstanbul, İzmir emniyetinden hepsini sürdük, şimdi de Milli Eğitim’den sürüyoruz” düzeyinde cümleler tesadüf bu ya artık şu aralar gazete köşelerinde edilmeye başlandı. Bundan bir yıl önce “Cemaat ile Ak Parti arasındaki koalisyon bozuldu” diye yazdığımızda bizi hakaramakaraya alanlar bugün birbirlerine demediği sözü bırakmıyorlar. “Yahu böyle tesadüf mü olur” dediğinizde her iki cephe size dönüp “Kedidir o kedi…” diyor.”

3 Ağustos 2013 Cumartesi

Ergenekon Davası




Ergenekon davasında bir sürpriz olmazsa 5 Ağustos günü kararlar açıklanacak.

Ergenekon isimli bir yapılanmanın olduğuna inanıyorum ancak bugün yargılaması yapılanın tamamıyla bu yapılanma olmadığını, bu davanın muhalifleri sindirmek, Türkiyeyi dönüştürmek için açılmış bir torba dava olduğuna ve çıkacak kararların hukuksuz olacağını düşünüyorum. İçeride olanlardan da gerçekten suçlu olduğuna inandığım isimlerin de o suçlarından dolayı değil hükümeti, cemaati vb. hedef seçmelerinden dolayı ceza alacağı açıktır. Tıpkı işkenceci ve sol düşmanı Hanefi Avcının önceki günlerde işkenceden değil yazdığı kitap nedeniyle sol örgütten hapis cezası alması gibi.


Öncelikle Ergenekon neden vardır, bunu özetleyeyim:


- Türkiye 1952 yılında NATO’ya girdi. Bir yıl sonra Seferberlik Tetkik Kurulu kuruldu. Finansmanı, teçhizatı ABD’den geldi. Binası Amerikan Askeri Yardım Heyeti (JUSMATT)'ın içindeydi. Bu kurum ve daha sonraki adıyla Özel Harp Dairesi ilk kez 1970’lerde tartışma konusu oldu.( Hürriyet Gazetesi, 10 Ocak 2010, Soner Yalçın, Gladio Anlama Kılavuzu)


- Soğuk Savaş Türkiyesi boyunca yaşanan katliamlar,suikastler,darbeler,ülkücü çetelerin devlet korumasında yaptıkları


-  90lı yıllarda Jitem kontrolünde, özellikle Çiller-Ağar  dönemlerinde doğudaki illerimizde yaşananlar


- https://eksisozluk.com/entry/24203932 adresinde songulyabanı nickli kullanıcı yazmış: gladio, ülkelerin içerisinde kurulan örgütlerin taşıdıkları isimlerin genelde o ülkenin tarihi içerisindeki simge olmuş silah, kişi, topluluk ya da efsanelerden alındığı gayrinizami savaş örgütlenmesi "stay behind"in yaygın adıdır. italya'da kurulan gladio ismini sadece "kısa kılıç"tan değil, erkeklik organına atıfta bulunan ve lejyonerlerin temel silahlarından olan "gladio" sembolünden alır. danimarka'daki absalon örgütlenmesi, 1100-1200'lerde baltık bölgesinde kuzeyli paganları sindiren ve burada kilisenin-danimarka'nın hakimiyetini tesis eden, danimarkalı başpapaz ve devlet adamı absalon'dan alır adını. yunanistan'daki sheep skin (altın post) ismi, jason önderliğinde doğudaki altın post'u arayan yunanlı kahramanların anlatıldığı efsaneden alınmadır. almanya'daki "sword", alman savaşçılarının sembol şövalyelik silahları olan kılıçtan almıştır ismini. avusturya'daki schwert oluşumu 1202'de töton şövalylerine bağlı bir şövalye tarikatı olarak livonya paganlarına karşı haçlı seferi düzenlemek amacıyla kurulan "schwerttrager" tarikatından almaktadır ismini. aynı tarikat rusya'ya da ilerleyerek moskova knezi alexandr nevsky'le yaptıkları savaşlada bilinmektedir. isimlerin genelde vatikan'ın ortak düşman paganlara, rus ve doğu dünyasına yönelik harekatlara, haçlı seferlerine göndermelerde bulunması bölge ülkelerde amerikan mahreçli bir oluşum olarak tepki çekmemek amacıyla seçilmiştir.


- Yukarıdaki alıntı ve ülkücülerle çalıştıkları gerçeğinden hareketle Türkiyedeki Gladio yapılanması Ergenekon gibi milliyetçi bir ismi kullanmıştır diyebiliriz.


- Burada bir parantez açıyorum, örgüt ismi olsa dahi, soruşturmaya Ergenekon isminin verilmesini de yanlış buluyorum ve burada bir kasıt/mesaj olduğuna inanıyorum.


- Türkiyede iktidar mücadelesi devleti ele geçirmek etrafında döner. Devletin eski sahipleri, Beyaz Türkler diyin, ulusalcılar diyin, Kemalistler, Atatürkçüler deyin, fark etmez, askerlerdi. Askeri vesayet inkar edilemez. Darbe dönemlerinde hep Atatürk, laiklik, irtica dendi ve ülkenin kendi vatandaşları, halkı düşman görüldü. 12 Eylülde Atatürk adıyla halka yapılan zulüm karşısında Cumhuriyet gazetesinden Nadir Nadinin tepki göstererek Ben Atatürkçü Değilim kitabını yazdığını hatırlatırım. Türkiyede Amerikadan izinsiz darbe olamaz. Darbeciler için Atatürk bir bahaneden, kullanılacak bir öğeden ibarettir.


- Devletin bu eski sahiplerinin elinde medya neydi, bugün ne? Levent Gültekin'in yazısını lütfen okuyun: http://www.gazeteciler.com/levent-gultekin/eskiden-neydik-simdi-ne-olduk-1028y.html
 

- Devletin bu eski sahiplerinin elinde Türkiyenin dış politikası nasıldı? Yunanistan düşman, Suriye düşman, Irak düşman, İran rejimini ihraç etmek istiyor, en büyük düşman. Mustafa Kemal Atatürk döneminde komşularla paktlar kurulurken NATOya girdikten sonra Türkiye tüm komşularıyla kanlı bıçaklı. 


- Korku yaratmazsan devleti yönetemezsin. Dünün korku unsurları irtica ve terör adı altında inşa edildi. Terör diye Kürtçe konuşan çocuk, irtica diye namaz kılan çocuk yani halkın kendisi iç düşman oldu. Cemaatin, akpnin her gün gazetelerinde Ergenekoncular şöyle yaptı, darbe olacak, Geziciler böyle yaptı haberleri yeni dönemin korku unsurlarıdır. Devletin karşısında düşman konumlandırma ihtiyacı var. Bu Amerika için de öyle, Ermenistan için de öyle. 


- Ergenekon operasyonları muhaliflerin sindirilme, Türkiyenin dönüştürülme, devletin ele  geçirme, iktidarın askerlerden cemaate/akpye iletilmesi, yeni Gladio’nun ortaya çıkarılma hikayesidir. Bu hikaye tamamlandığında da dış politikada tekrardan düşman komşular anlayışına dönülmüştür. Bugün Yunanistan Kıbrısta düşman, Suriye düşman, İran düşman, Irak merkezi yönetimi düşman. 


- Ordu içinde özellikle 90lı yıllardan sonra fikirsel bir ayrım doğduğunu düşünüyorum. Askerlerin bir bölümü Amerikancılıktan Avrasyacılığa kaydı, NATOyu sorgular oldu, Rusya ve İranla müttefik olmayı gündeme getirdi. 1 Mart tezkeresi reddedildi. 4 Temmuz 2003’te Irakta Amerika tarafından askerlerimizin başına çuval geçirildi. (Ordunun Akpnin dinci politikalarına ve açılım sürecine muhalefeti de ekleyebiliriz.)  Amerika ve Akp için böyle bir ordu kabul edilebilir değildi. Onlar Ortadoğuda kullanabilecekleri bir ordu istiyordu. Bu tezin doğruluğu Akpnin Suriye politikasıdır. Suriyede bugün silahlı unsurları, El Kaideci çeteleri besleyen, eğiten, silah desteği veren kimdir? 


- Hrant Dink’in öldürülmesinde Nedim Şenerin dikkat çektiği ayrıntılar, terfiler ve mahkemenin verdiği kararlar göz önünde bulundurulmadan yapılacak her yorumun eksik ve yanlış olduğu kanaatindeyim.


- Ergenekon operasyonunun muhalifleri sindirmek amaçlı torba bir operasyon olmasının en büyük kanıtı Ahmet Şık, Nedim Şener,Mustafa Balbay gibi isimlerin de bu davaya dahil edilmesidir. Düşünün saygı değerli gazetecilerle İbrahim Şahin, Veli Küçük gibi isimler yan yana. Gazeteciler, gazetecilik yaptıkları için değil terör suçundan içeride deniyor, iddianamelerde habercilik faaliyetleri suç unsuru. Dahası milli irade yıllardır içeride tutuklu.


- İlker Başbuğ eğer bir darbe planlıyor olsaydı, Genelkurmay Başkanlığı dönemince yaşanan ve askeri rahatsız eden onca gelişmeden (aktütün,irticayla mücadele,kozmik oda,balyoz) sonra kendisini trtde görürdük, kendisinin ve ordunun üzerine gelindiği o dönemlerde dahi darbe yapmamış birisi için darbe, orduyu yöneten insan için terör örgütü yöneticisi gerçekten komik birer suçlama. Hele o böyle bir konumdayken Erdoğanın, Gülün onunla çalışmasını nasıl yapalım?


- Doğu Perinçek’in ideolojisinde değilim, sevdiğim birisi de değil ancak kim olduğuna bakmaksızın adalet çağrısına katılıyorum. Savunmasından dolayı ceza alması, kendisini mahkemede savunması bilmem kaç duruşma engellenmesi kabul edilemez. Tuncay Özkan, gazetecilik yıllarında çok fazla hatası vardır ancak o hataları hücreye tıkılı olmasını gerektirmez. Mustafa Balbay ve Tuncay Özkanın hücresi Türkiyenin utancı olmalıdır. Tuncay Özkanın f tipi cezaevleri için yaptığı övgüden duyduğu pişmanlık, f tipi cezaevinde kalan mahkumun kendisine yazdığı mektup vb. konuları internetten araştırabilirsiniz. Mustafa Balbay’ın da sanık değil tanık olarak mahkemeye dahili daha doğru olurdu.


- Gizli tanıklar, terörle mücadele eden komutanlara eski terörist yeni itirafçıların suçlamalarıyla terörist ilan etme, balyozdaki sahte deliller, tutarsızlıklar ve Ergenekonda topraktan çıkan mühimmatlardaki mantık hataları gibi ayrıntılarına değinmeyeceğim. 


- Mehmet Ali Çelebinin telefonuna Hizbultahrir örgütündekilerin telefon numaraları “sehven” yüklenmişti, bahsetmezsem olmaz.


- İlhan Cihaner davasındaki hukuksuzlukları, oyunları, mantık hatalarını da unutmayalım. 


- Şu an davanın iktidarın hukuksuz olduğu için kapattığı ÖYMlerde görüldüğünü ekleyelim. Ve hak, adalet, vicdan penceresinden bakıyorsak bir ÖYM davasını eleştirip diğerini (örneğin kck) desteklemek olmaz.


- “Soruşturma Ergenekon olunca … hakimi savcıyı” videosunu, Odatv’nin basılmasına neden olan videoyu, polisin abd büyükelçiliğindeki brifingini de hatırlatayım, merak edenler internetten araştırır.


- Nasıl ki soğuk Savaş döneminde bu ülkede komünist avı vardı, her şey komünizme yoruluyordu, şimdi de her şey Ergenekona, Esada vb. düşmanlara yoruluyor. Hayvanlar Çiftliği romanını okuyanlar Snowball karakterini bilirler. 


- Toparlayayım: Ergenekon var ama yargılananların büyük bir bölümü bu kontrgerilla yapılanması değil ve bu yapının yargılanmayan kısımları da bugün Akp korumasında. Hapisten çıkarılan ülkücüler, lüks içinde cezaevinde kalan ve çabucak çıkarılan Susurlukçu siyasetçiler...


-  Tezimi doğrulayan da, önceki gün Akp baskısıyla işsiz kalan Can Dündar. Can Dündar, Ergenekon ismini Türkiyeye ilk duyuran isimlerden birisi (Susurluk kazasından sonra yaptığı belgesel). Bakın Can Dündar ne diyor?