5 Nisan 2014 Cumartesi

Bir Arama Çabası

Zekeriyaköy’de kaybolan ve 31 saat boyunca aranan Pamir maalesef ölü olarak bulundu. Acımız, yasımız büyük. Ailesine başsağlığı ve sabır dilerim. Pamir’in kayıp olduğu 31 saatlik süre boyunca aranması, İstanbul’daki insanların organize olarak birlikte hareket etmeleri yönüyle daha önce eşi görülmemiş bir deneyim oldu. Zekeriyaköy’ün yaşadığım ve Gezi’den sonra ortaya çıkan forumuna katıldığım bölge olması, bana bir sorumluluk yüklüyordu: Güncel ve sağlıklı bir bilgi/ veri akışı sağlamak ve insanları süreçten haberdar etmek. İlk gün havanın kararmasına yakın bir zamandan itibaren olayı takip altına aldım ve elimdeki imkanları değerlendirmeye karar verdim. Whatsapp, Facebook, Twitter,Mail,telefon aracılığıyla elime geçen bilgilerin ve açıklamaların derlenmesi, 140journos’taki editörlük işim nedeniyle bilgisayar başında olmam gerektiği için yapabileceğim en kolay şeydi. Çeşitli hesaplardan yaptığım paylaşım,duyuru ve yönlendirmeler gece boyu rekor ölçüde retweet ve görüntülenme sayısı alırken bu hesaplar, bilgi akışının sağlandığı güvenilir ve referans verilebilecek kaynaklar olarak Twitter kullanıcıları tarafından paylaşılıyordu.

Sosyal medyanın örgütlenme gücüne tanıklık eden ben, bir kayıp olayının nasıl binlerce gönüllünün aramaya çıktığı bir sosyal harekete dönüştüğünü gördüm. Ancak bu bir gecede olan bir şey değil, bu hareketliliğin uzun bir geçmişi var. Bunun için 23 Şubat’ta yazdığım “Büyüyen Eylemlilik Hali ve Artan Kısıtlamalar” yazısından alıntı yapmamda fayda var.

23 Şubat’ta demişim ki;
       Gezi’nin getirdiğini düşündüğüm en büyük değişimlerden birisi insanlardaki eylemlilik halinin artışı ya da bir başka deyişle protesto için sokağa daha fazla çıkmak. Yıllardır çevremden duyduğum, medyadan takip ettiğim yurtdışında insanların örneğin en ufak bir zamda ya da trafikte polis kurşunuyla öldürülen gençler için sokağa döküldükleri ancak Türkiye’de böylesi durumların yaşanmadığı ve yaşanmayacağı inancıydı. Bu genel umutsuzluk havasını kıranın Gezi olduğuna inanıyorum. O güne kadar insanların biriktirdikleri öfke, o parktaki ağaçların kesimi ile beraber başlayan olaylarda patlarken yan yana duran farklı kesimler de pek çok insan için şaşırtıcı geldi.  
    Gezi’den sonraki Türkiye’de yanlış ya da haksızca ilerlediğini düşündükleri şeyleri sokağa çıkıp protesto eden grupların sayısı arttı. Hemen her gün, özellikle de İstanbul’un bir köşesinden eylem haberi geliyor ve tüm bu eylemlerde bir organizelik, bir hız var. Örneğin, gün içinde Beşiktaş’ta Adalet ve Kalkınma Partisi standına yönelik eylem yapan gruplar gözaltına alındığında, akşamına Abbasağa Parkı forumu bir eylem organize ederek Beşiktaş sokaklarında yürüyor ya da bir kedinin işkence ile öldürülmesi ve mahkemenin sanığı sadece 300 TL para cezası ile bırakması üzerine, hemen o akşam Kadıköy’de,Gezi’den beri eylemlere ev sahipliği yapan Altıyol ve Bahariye’de, gruplar yürüyüş düzenliyor.    
  Gezi’nin devamında başlayan park forumlarının da bu eylemlilik halindeki etkisi büyük. Sadece Türkiye ya da İstanbul gündemini ilgilendiren konular değil, aynı zamanda kendi mahallelerindeki problemler için de sokağa çıkan, imza toplayan bu gruplar, gördükleri haksızlıklar karşısında organize olup sokakta protesto etme kültürüne sahip olan ve bu kültürü yerleştiren kitleler.
  Forumların getirdikleri arasında insanları yeniden birbirleriyle komşu yapması, mahalle kültürünü canlandırması da var. O güne kadar, yıllardır aynı semtte oturduğu komşularını tanımayan insanlar, forumlarda bir araya geldiklerinde, beraber eylemlere gittiklerinde tanıştılar, dost oldular ve öncesinde sadece mahalle dizilerinde görebildikleri canlılığı, ortamı yaşamaya başladılar. Kadıköy’deki forumların gerçekleştirdikleri “işgal evleri” ise, Gezi’deki hali, “ne güzel günlerdi” dedirten bir yad etme ya da nostalji malzemesi olmaktan çıkarıp sürdürülebilir kılıyordu. Badiu ve Zizek, Gezi’yi değerlendirdikleri panelde tam da buna dikkat çekmişlerdi: “İleride bir iş yemeğinde ‘ne güzel günlerdi’ demeyin.” Gezi yaşandı, etkileri ve eylemliliği sürse de ana olaylar kapandı, bitti. Parktaki alternatif yaşamı forumlar,  yeni Gezi parklarına, işgal evlerine, bostanlarına, mahallerine taşıdılar. İstanbul’da, öncesinde de eylem noktası olan Galatasaray Meydanı, Altıyol Boğa gibi mekânlar çok daha fazla sayıda, çok daha kısa aralıklarla yeni eylemlere ev sahipliği yaptılar.    
  Bu yeni eylemlilik hali ve ortaya çıkan yeni şeyler karşısında, bu eylemliliğe yabancı olan, değişimden rahatsız olan veya bu renkliliği tek sesli bir griliğe indirmek isteyen farklı otorite halleri de var.  
   Otoritelerin eylemlilik hali karşısındaki ilk ve en kolay gördüğü çözümü yaftalamak oluyor. Her türden eylemi, “yakıp yıkıyorlar esnafa kamu mallarına zarar veriyorlar” çizgisinde yorumlayan otoriteler, eylemcileri de alışılageldik siyaset kalıplarına sıkıştırmayı ve yaftalamayı seçiyor. Yeni eylem gruplarına ve şekillerine yabancı olan otoriteler, bu grupları pasifize etmenin yollarını arıyor. Bu noktada bulunan çözümse kimi zaman devlet şiddeti, kimi zaman palamiliter gruplar oluyor.

Pamir’i aramak için Zekeriyaköy’e akın akın insanların gitmesi, bunun karşısında diğer insanların şaşırmasına “daha önce nerede görülmüş kaybolan bir çocuk için bu kadar insanın toplandığı!” ,ak trollerin komplo teorilerine “3.köprüyü protesto etmeye, kamp planları için ormanları keşfetmeye, baharda kuzeyde Gezi inşa etmeye gidiyorlar” ve 3 yaşındaki bir bebeğin kaybolmasına dair yapılabilecek en vicdansız yorumlara neden oldu.

İnsanların eylemlilik hali 4-5 Nisan günü yeniden zirve yaptı. Sosyal medyadan haberleri alan ve organize olan insanlar Zekeriyaköy’e geldiler ve burada büyük bir dayanışma hali gösterdiler. Geniş ve büyük ölçüde ormanlık/ıssız bir coğrafyayı gönüllüler, gruplara ayrılarak, ellerinde fenerlerle başta AKUT olmak üzere pek çok arama kurtarma ekibinin liderliğinde aradılar.

Bu noktada 140journos’tan Cem Aydoğdu’nun, aslında benim uzun uzadıya anlatmak istediğimi özetleyen tespitine de yer vermek gerek: “İnsanlar sokağa çıkıp kolektif hareket etmeyi sevdiler. Seçimler ve şimdi Pamir.” Ve yine 140journos’tan Engin Önder de sosyal medyanın oy sayma, sağlamasını yapma, kan bulma, kaybolan çocukları arama, eylemlerden içerik geçme, sesini duyuramayanlara yardımcı olma gibi işlevlerine dikkat çekiyor.

İnsanlardaki bu eylemlilik/dayanışma halinin farkına varamayanların yaptıkları her türlü analiz yanlış ve boş. Bu eylemliliğe yabancı olan, tanımayan, tanımadığı için belirsiz görüp ürken, tüm yaşananlara bireylerin tepkisi olarak değil de iç, dış mihrakların bir oyunu olarak bakanlar, bu kayıp olayında da komplo teorilerini ve vicdansızca yorumlarını eksik etmediler. Ak troller bölgeye aslında 3.köprü eylemlerine hazırlık, yeni bir “kalkışma” için gidildiğini iddia ettiler.

Oysa meselenin en temelde vicdani olduğunu, doğanın da bu vicdanın bir parçası hatta ta kendisi olduğunu, toprak, ağaçlar ve gökyüzüyle çocukların bir bütün olduğunu göremediler. Arama boyunca bazı Twitter hesaplarından, ormanlık alanlara girildiğinde 3. Köprü için kesilen ağaçların ve yaratılan kötülük çölünün fotoğraflarının paylaşılmasını anlamadılar, anlayamadılar, yanlış anladılar. Milyonlarca ağacın kesilmiş olması ve senin binlercesinin odun halini karşında görmen o an paylaşacağın, tepki göstereceğin en doğal şeylerden birisi değil midir?

Ve devlet otoritesi… Bölgeye gönderilen jandarma komandolar gerçekten sadece arama kurtarmaya destek için mi gelmişlerdi, yoksa bu büyük kalabalığı gören devletin güvenlik önlemi ve aynı zamanda olası bir “toplumsal infiale” karşı geliştirdiği refleks miydi, bunu bilemeyeceğiz. Bildiğim, taa seçim öncesinden devletimizin hali hazırda bizi düşündüğü ve o çok değerli köprü, havalimanı, kanal projesi için kendi halkına karşı neler yapabileceğini çoktan planladığı…
http://www.radikal.com.tr/turkiye/ankarada_secim_sonrasi_icin_senaryolar_sokak_eylemleri_ozerklik_ohal-1179788

Ya böylesi büyük bir kalabalık, üstünden helikopter geçirmemeye özen gösterme derecesinde (http://onedio.com/haber/kuzey-ormanlari-uzerinde-ucus-yasagi-mi-var--174353) saklamaya çalıştıkları orman katliamını görseydi, en yakınından; yaşasaydı, en içinden? Belki de en büyük korkuları budur bazı otoriter insan gruplarının…

Orada, ya da bir başka yerde toplananlar sadece birer kalabalık değil! Karşıt görüşle ne kadar sınırlarımız ve ortaklıklarımız ayrılıyorsa da, kendi içimizde de o kadar bir araya geliyor, birbirimizi buluyoruz, bütünleşiyor ve bir toplum oluyoruz. Akdoğan Özkan’ın Pamir’in ölümü üzerine verdiği röportajı https://soundcloud.com/140journos/15-00-stanbul-zekeriyak-y dinlemenizi ve T24’e yazdığı yazıyı http://t24.com.tr/yazi/elveda-pamir-hosgeldin-toplum/8963 okumanızı öneririm.

Bundan sonra ne olacak? Bu organizelik, eylemlilik, kolektiflik, toplum olma hali, adına ne derseniz deyin, devam edecek, yeni vakalarda da kendisini gösterecek. Sosyal medyaya erişim + insan gücü + çabuk haberleşip yayma imkânı her türlü olaya toplumsal bir boyut ekleyecek, vatandaşların/sivil toplumun süreçlere daha aktif katılımı sürecek. Yeni yerlerde, yeni zamanlarda benzer kalabalıkların toplanması çok muhtemeldir.

Keşke Pamir de o kalabalıkların içinde olabilseydi…
Olmadı.

Büyüyen Eylemlilik Hali

Bu yazıyı 23 Şubat 2014'te kaleme almıştım ve aşağısındaki itirazlar/eklemeler kısmını 6 Nisan tarihli.

BÜYÜYEN EYLEMLİLİK HALİ VE ARTAN KISITLAMALAR

       2013 yılında Gezi Parkı olaylarına şahitlik etmiş olan Türkiye’de alışılagelen siyaset kalıpları değişmeye başladı, muhalefet kısmen kendisine yeni bir dil ve söylemler üretti, en azından toplumda kendini muhalif olarak konumlandıran bazı kesimler bu değişimi başardı.

       Gezi’nin getirdiğini düşündüğüm en büyük değişimlerden birisi insanlardaki eylemlilik halinin artışı ya da bir başka deyişle protesto için sokağa daha fazla çıkmak. Yıllardır çevremden duyduğum, medyadan takip ettiğim yurtdışında insanların örneğin en ufak bir zamda ya da trafikte polis kurşunuyla öldürülen gençler için sokağa döküldükleri ancak Türkiye’de böylesi durumların yaşanmadığı ve yaşanmayacağı inancıydı. Bu genel umutsuzluk havasını kıranın Gezi olduğuna inanıyorum. O güne kadar insanların biriktirdikleri öfke, o parktaki ağaçların kesimi ile beraber başlayan olaylarda patlarken yan yana duran farklı kesimler de pek çok insan için şaşırtıcı geldi.

       Gezi’den sonraki Türkiye’de yanlış ya da haksızca ilerlediğini düşündükleri şeyleri sokağa çıkıp protesto eden grupların sayısı arttı. Hemen her gün, özellikle de İstanbul’un bir köşesinden eylem haberi geliyor ve tüm bu eylemlerde bir organizelik, bir hız var. Örneğin, gün içinde Beşiktaş’ta Adalet ve Kalkınma Partisi standına yönelik eylem yapan gruplar gözaltına alındığında, akşamına Abbasağa Parkı forumu bir eylem organize ederek Beşiktaş sokaklarında yürüyor ya da bir kedinin işkence ile öldürülmesi ve mahkemenin sanığı sadece 300 TL para cezası ile bırakması üzerine, hemen o akşam Kadıköy’de,Gezi’den beri eylemlere ev sahipliği yapan Altıyol ve Bahariye’de, gruplar yürüyüş düzenliyor.

       Gezi’nin devamında başlayan park forumlarının da bu eylemlilik halindeki etkisi büyük. Sadece Türkiye ya da İstanbul gündemini ilgilendiren konular değil, aynı zamanda kendi mahallelerindeki problemler için de sokağa çıkan, imza toplayan bu gruplar, gördükleri haksızlıklar karşısında organize olup sokakta protesto etme kültürüne sahip olan ve bu kültürü yerleştiren kitleler.

       Forumların getirdikleri arasında insanları yeniden birbirleriyle komşu yapması, mahalle kültürünü canlandırması da var. O güne kadar, yıllardır aynı semtte oturduğu komşularını tanımayan insanlar, forumlarda bir araya geldiklerinde, beraber eylemlere gittiklerinde tanıştılar, dost oldular ve öncesinde sadece mahalle dizilerinde görebildikleri canlılığı, ortamı yaşamaya başladılar. Kadıköy’deki forumların gerçekleştirdikleri “işgal evleri” ise, Gezi’deki hali, “ne güzel günlerdi” dedirten bir yad etme ya da nostalji malzemesi olmaktan çıkarıp sürdürülebilir kılıyordu. Badiu ve Zizek, Gezi’yi değerlendirdikleri panelde tam da buna dikkat çekmişlerdi: “İleride bir iş yemeğinde ‘ne güzel günlerdi’ demeyin.” Gezi yaşandı, etkileri ve eylemliliği sürse de ana olaylar kapandı, bitti. Parktaki alternatif yaşamı forumlar,  yeni Gezi parklarına, işgal evlerine, bostanlarına, mahallerine taşıdılar. İstanbul’da, öncesinde de eylem noktası olan Galatasaray Meydanı, Altıyol Boğa gibi mekânlar çok daha fazla sayıda, çok daha kısa aralıklarla yeni eylemlere ev sahipliği yaptılar.

       Bu yeni eylemlilik hali ve ortaya çıkan yeni şeyler karşısında, bu eylemliliğe yabancı olan, değişimden rahatsız olan veya bu renkliliği tek sesli bir griliğe indirmek isteyen farklı otorite halleri de var.

       Otoritelerin eylemlilik hali karşısındaki ilk ve en kolay gördüğü çözümü yaftalamak oluyor. Her türden eylemi, “yakıp yıkıyorlar esnafa kamu mallarına zarar veriyorlar” çizgisinde yorumlayan otoriteler, eylemcileri de alışılageldik siyaset kalıplarına sıkıştırmayı ve yaftalamayı seçiyor. Yeni eylem gruplarına ve şekillerine yabancı olan otoriteler, bu grupları pasifize etmenin yollarını arıyor. Bu noktada bulunan çözümse kimi zaman devlet şiddeti, kimi zaman palamiliter gruplar oluyor.

          Eylemler ve eylemciler alışılageldik siyaset kalıplarına sokulmak istenirken, yaşanan gerçeklikler de tersyüz edilebiliyor. Örneğin, Gezi olayları esnasında jandarmayı sokağa çıkartan ve asker de gerekirse çıkar demeçleri verenler demokrat olurken Gezi olayları darbe olabiliyor. Herhangi bir darbe rejiminin yapabileceği yasaklamalar, askılar, yapacağı gözaltı, tutuklama, baskı, sansürler, eylem engellemeleri, gece yarısı kararları, toplu yargılamalar, toplu görevden alma ve sürgünler gerçekleşirken TOMAlar şehir sokaklarında tank gibi dolaşıyor. 12 Eylül’ün yıldönümünde İstanbul sokakları aynı manzaralara sahiplik yaparken Kadıköy’de polisler, insanların çantasındaki kitapları arayıp internetten yazarın kim olduğuna kontrol ediyor,33 yıl arayla aynı gün aynı gazeteciler gözaltına alınıyor. Seçim barajı düşürülmeyip seçilmiş vekiller cezaevlerinde tutulurken milli iradeye saygıdan söz ediliyor. Mısır’da ya da yurtdışındaki başka ülkelerde sokağa çıkan gruplar için söylenenlerle Türkiye’de sokağa çıkan gruplar için söylenenler birbirlerini tutmuyor. Yassıada’da ağaç kesip otel inşa etmek demokrasi olurken, o adada yapılan ve direkt demokrasinin bir şekli denebilecek forumlar darbeden sayılabiliyor. Kuzey Ormanlarını kesen, kentin su kaynaklarına ve kuşların göç yollarına zarar verenler çevreci oluyor. Eylemlerde polisin müdahale ettiği başı açık ya da kapalı her kesimden kadınlar görmezden gelinirken, eylemci grupların Kabataş’ta başörtülü bir kadına zarar verdiklerine yönelik algı inşa ediliyor. İnternet düzenlemeleri sansür değil koruma adıyla gerçekleştiriliyor.

        Artan eylemsel hareketlilik, 17 Aralık’ta gerçekleştirilen yolsuzluk ve rüşvet operasyonuyla yeni bir boyut kazandı. Otorite de bunun karşısında kendisini daha yasakçı ve daha kısıtlayıcı bir yerde konumlandırıyor. HSYK, İnternet, MİT düzenlemeleri, Ankara ve Beyoğlu gibi yerlerde polise verilen arama yetkileri hızla ülke gündemine giriyor. Medyada uygulanan sansürlerin ortaya çıkışı, protestocu grupların sosyal medyayı etkin kullanışı gibi otorite açısından kriz olabilecek durumları engellemeyle beraber, yeni ve daha kapalı bir rejimin yapıtaşı olabilecek bu adımlar, böylece 17 Aralık’ın otorite açısından fırsata çevirmesini de sağlayabilir. İnternet düzenlemesiyle ortaya çıkan kontrol ağının çalışma prensibi, özellikle otorite için kriz oluşturan zamanlarda, medyaya telefonlarla yapılan sansürle aynı olabilir. MİT düzenlemesi, MİT’i daha sorgulanamaz ve sınırsız bir yapı haline getirirken, kurulacak kontrol mekanizması da Muhaberat vb. istihbarat örgütlerinin işleyişini andırabilir. HSYK düzenlemesi yargıyı tek merkeze bağlarken polise verilen arama yetkileri de hem eylemlilik halini kısıtlayacak, hem de potansiyel olarak görülen tehditlere yönelik olacak.

        Yakın geleceğe yönelik bazı tahminler yapmak gerekirse;

1. Eylemlilik halinin boğulmaya çalışıldığı ölçüde artacağını düşünüyorum. Tepkisellik, canlılık ve heyecan büyüyecek ve internet gibi platformlara olası müdahaleler sokağı daha canlı tutacak. Facebook duvarları yoksa da sokak duvarları her daim var. Özellikle Ukrayna’daki olayların çatışma/polislere müdahale yönü, sokaktaki gruplar için ilgi çekici bir örnek ve son eylemlerdeki fotoğraflara, videolara da baktıkça Ukrayna’nın o yönünü andıran pozlar görülebiliyor.

2. Yerel seçime giden günlerde ortaya çıkarılacaklar ve seçimden başarıyla çıkmak ya da çıkmamak, yukarıdaki kısıtlamaların ne derece ilerletilebileceğini belirleyebilir. İktidar, zaferle çıktığı halde, eylemlilik haline karşı bir “cadı avı” başlatabileceği gibi kaybettiği halde de, devamında yeni kayıplar gelmesin diye her türlü kısıtlama ve yasakla yoluna devam edebilir.

3. Genel olarak ülke gündemindeki gergin havanın bir süre daha böyle devam edeceğini, bu gerginliğe, siyasi partilerin seçim çalışmalarına yönelik müdahaleler ve bu müdahalelerin boyutuna, kimin hangi gruba yaptığına bağlı olarak etnik boyutun eklenebileceğini tahmin ediyorum. Ayrıca farklı kesimlerin yan yana eylemde/siyasi ittifak içinde olmasının önündeki engeller artabilir.

KENDİ YAZIMA İTİRAZLARIM/ EKLEMELERİM

1. İlk hatam düşük seviyelerden gelip büyüyen eylemlilik halini tüm Türkiye’ye mal etmem olmuş. İstanbul’a Türkiye dememin haricinde hali hazırdaki tabloyu da hesap etmemişim. Oysa ki Kürt hareketi, güçlü bir mücadeleyle yıllardır eylemlilik haline sahip. Gezi’den itibaren süregelen “(Beyaz) Türkler Yeni Kürtler oldu.” tarzı yorumlar tam olarak Türklerin de bu eylemselliğe sahip olmaya başladıklarını ve karşılığında devlet zulmüne maruz kaldığını anlatıyor. Fark şudur ki Batı bölgelerindeki haber akışının hızı, sosyal medya gücü Doğuda yok.

2. Eylemsel hareketlilik 17 Aralık’la yeni bir boyut kazandı diyordum ancak Erdem Demirtaş’tan (@cb_macpherson) okuduğum şu tweetler bu yeni boyutun aklımdaki gibi bir yer olmadığını düşündürmeye başladı.
"Gezi'nin en önemli mesajı kitlelere sokak siyasetinin gücünü göstermesiydi. Cemaatin tapeleriyle efsunlanıp kendi gücümüzü unuttuk. 17 Aralıktan bu yana cemaatin tapeler üzerinden oynadığı gölge siyaset AKPye büyük darbe vururken toplumsal muhalefeti de sinizme sevk etti. 17 Aralık bu anlamda Gezi öncesine bir dönüştür. Yaratıcı muhalefet siyasetinden vazgeçip mücadeleyi tribünden izlemeyi seçtik. 17 Aralık sonrası Türkiye'de demokrasinin geleceğini yani kendi geleceğimizi cemaatin tapelerine teslim ettik. Sızlanmaya hakkımız pek yok. 17 Aralıktan beri siyasete katılmıyor/siyaset üretmiyoruz.Bütün normatif değerlerden arınmış bir iktidar savaşına maruz kalıyoruz sadece."
Tweetlerin kaynağı: https://twitter.com/cb_macpherson/status/447517335172444160
https://twitter.com/cb_macpherson/status/448229850743324672 https://twitter.com/cb_macpherson/status/448231493668962304 https://twitter.com/cb_macpherson/status/448232757471510528   https://twitter.com/cb_macpherson/status/448235754666606592

3. İnternet gibi platformlara olası müdahaleler sokağı daha canlı tutacak demiştim, seçim öncesinde Twitter yasakları karşısında insanlar gerçekten de sokak duvarlarını daha effective kullanmaya başladılar ama sokak çatışmaları yaşanmadı. Polisin müdahale edebileceği kitlesel eylemler olmadı. Bunun da 2 nedeni: 1) Burakcan’ın ölümüyle insanların provokasyon ortamı sezinlemesi ve o tarihten beri Taksim’de kitlesel eylem olmaması. 2) Seçim öncesi sokağa çıkmanın stratejik olarak yanlış olacağının düşünülmesi.